Bir şeye aşırı düşkün olanlara diyorlar, divaneyi. Rivayet edilir ki, Sasani hükümdarı Kisra, Divan kayıtlarını tutmakla görevli katiplerinin kendi kendilerine konuşarak hesap yaptıklarını görür ve onlara “divane (deliler)” diye hitap eder. Ardından katiplerin çalıştıkları yer, divane olarak anılır. Divane ismi çokça kullanıldığından bu kelimenin söylenişini kolay kılmak için sonundaki harfi çıkarırlar ve “divan” olarak kalır. “Divan durmak” deyimi ise genellikle “el pençe” ifadesiyle birlikte kullanılmakta ve huzurda hazır olarak beklemek şeklinde anlamlandırılmaktadır. Bu duruş, sevgi ve saygı duyulanlar karşısında gerçekleşiyorsa amenna, küçük/büyük beklentiler karşılığında ise durma işi düşmeye dönüşür.
Aşkı karakterize eden en önemli unsur, samimiyettir. Ruhuna ihanet edilen bir aşk, hızla tükenir. Şüphesiz her insanın aşkla bağlı olduğu unsurlar farklıdır. Aşkın muhatabı bir insan olabileceği gibi, sanat, meslek, ideoloji, parti şeklinde de gelişebilir. Her ne olursa olsun, istismar edilmemesi, dürüstlük üzerine kurulu bir ahlaka dayanması şarttır. Çünkü içtenliği ifade eden tutkulara yönelik ölçülerin bozulması, bunların ters yüz olması halinde iflah olmaz bir çözülüş baş gösterir.
Bundan yaklaşık 400 yıl önce binlerce Japon’un, Portekizli misyonerlerce Katolikleştirilmesi belki bir aldatılmanın veya inancın sonucuydu. Ancak her şeye rağmen din veya mezhep değişikliği yapan Japonlar, bunu bir çıkar karşılığı değil, samimi niyetleriyle kabul etmişlerdi.
Bugün kendimizin aşkla tutkuyla bağlandıklarımızı çeşitli beklentilerimiz için süratle değiştirdiğimiz söylenebilir mi? Bencil çıkarlarımız için Yakup Kadri’nin, “hayatın kokusu ve rengi olarak gördüğü samimiyeti” kaybetme noktasında olmak.. Ya da o kayıp eşiğini çoktan aşmışlık.. Ağaçtan bir meyve de bana düşer mi kaygısıyla bütün bir ağacın devrilmesine payandalık yapmak.. Sonrası.. İçsel hasarlar, gönül arızaları, hayıflanılacak haller..
Yunan kültürünün sevilmeyen tanrısı Ares’in aldatan aşık olarak şekil bulmuş halini çağrıştırır bazı aşklar. Zaten rahipler de, ekinler zayi olmasın diye ilahiler yükseltip seslenmiştir ilgili sahanın tanrıları Lares ve Mars’a. Gölgelenmiş aşk maskeleridir bunlar. “İhtiyaca binaen” olduğundan statik değil, dinamik, yönü sürekli değişen, tutkulu gösterilmeye çalışılan, aldatan, kazanmaya hevesli, perdesi sürekli açılıp kapanan bir tür halini alır bu yakınlaşmalar.
Bir toplumun yalnızca kendi kişisel hazlarını düşünecek kadar menfaatperest bir hale dönüşmesi, kendi yıkım koşullarını kendi elleriyle oluşturmasıdır. İnanmadığı halde inanmış, sevmediğini seviyor, nefret etmemesine rağmen nefret eder görünme bunun en temel davranışsal göstergeleri. Açgözlülüğü değerler örtüsü altında peçelemek için söz ve eylem birliği yapma, bunun en yaygın örneği.
Romalıların Yunan tanrılarını Romalılaştırması gibi kendilerine ait olmayan bir ahlak veya inancı sahiplenerek kutsayanlar, bencil çıkarlarıyla hiçbir zaman tatmin olamazlar.
Peygamberimizin bir hadisinde belirtildiği üzere, “Bu dünyada bir garip veya yolcu gibi ol” düsturuna uyarak “kaybedilmeye yüz tutmuş”, dünya için eğilmeme duruşunu göstermek her şartta uygun olandır.