Milletlerin hayatında öyle karanlık ve fırtınalı dönemler vardır ki, âdeta kader onları uçurumun kıyısına getirmiştir. Umutları son kırıntılarını tüketiyordur. Ölüm ve kalım arasında gidip gelen bir gergef vardır. Hayatta kalması, onu canından aziz bilecek şahsiyetlerin vereceği mücadeleyle mümkündür.
İşte Türk Milleti için de Millî Mücadele, yabancı esaretini kabul etmeyen bir milletin uçurumun kenarında gerçekleştirdiği varlık yokluk mücadelesidir. Vatan ve kurtuluş adına kıran kırana bir savaşın destanıdır.
1918 yılında Osmanlı topraklarının işgaline kapı aralayan Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. 7. Maddesi, işgal kuvvetlerinin güvenliklerini tehdit edecek bir durum söz konusu olduğunda ülkenin herhangi bir stratejik noktasını işgal edilmesine olanak sağlıyordu.
Halkın morali bozuk, ülkenin dört tarafı işgal edilmiş, cepheleri artmış vaziyetteydi.
Samsun, 9 Mart 1919’da İngilizler tarafından ele geçirilmişti.
15 Mayıs 1919’da “İngiltere, ABD ve Fransa’nın ortak kararıyla” Yunan donanması İzmir’i kuşatmıştı.
Elbette halkın ve yönetim kadrosunun içinde korkuları ağır basanlar vardı. Çıkarlarını esas alanlar, mandacılar, bolşevikçiler bulunmaktaydı.
Şüphesiz kurtuluşu İngiliz himayesinde görenler olduğu gibi etnik dini temelli parçalı yapıda görenler de mevcuttu.
Ancak işgal güçlerine karşı tek başına dur diyecek, milletinin umutlarını cesaretlendirecek, kurtuluş iradesine sahip Hasan Tahsin'ler de yok değildi.
O, gözünü kırpmadan Yunan askerine ilk kurşunu sıkarak Türk direnişini başlatmıştı.
Onun ölüm pahasına ortaya koymuş olduğu vatan sevgisi ve bağımsızlık tutkusundan kaynaklanan irade, milli öfkeyi harekete geçirmişti.
Ülkenin her yerinde halk milli tepkiyi protesto mitingleri yaparak gösteriyordu. Darülfünun profesör ve öğrencileri, Türk Ocağı, talebe birlikleri başı çekmekteydiler.
Merhum Mehmet Akif Ersoy, boşuna demiyordu, “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak, Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son OCAK”. Türkiye’nin kurtuluşu ve bağımsızlığa kavuşması için verilecek amansız mücadelenin ateşi tüm yurda yayılmıştı.
Bu gelişmeler, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’te Türk Milletindeki bağımsızlık ruhunu görme ve Türk Milletinin Anadolu topraklarında yaşama iradesinin sorumluluğunu üstlenme inancı doğurmuştu.
Böylelikle Türk yurduna yönelik yapılan işgallere karşı “Kuvâ-yı Milliye” ruhu ve organizasyonu ile 19 Mayıs 1919'da Samsun'dan 4 yıl sürecek bağımsızlık mücadelesinin fitilini yakmıştı. Bu mücadele, bin yıllık Türk toprağı olan Anadolu coğrafyasında tam bağımsız bir devlet kurmak için verilen çok çetin bir mücadeleydi.
Atatürk, savaşlar sona erdikten sonra Türk Milletinin sahip olduğu yüksek milli şuura ilişkin şunları söyleyecektir; “Ben 1919 senesi Mayıs ayı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milletine güvenerek yola çıktım”.
Türk Milletine karşı beslenen bu itimat, kuşkusuz karşılık bulmuştu. Kendi öz vatanında başka devletlerin boyunduruğu altında yaşamayı alçalma olarak gören Türk Milleti, büyük bir özveri ve yüreklilikle başlattığı İstiklâl savaşıyla bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kurabilmiştir.
Atatürk, Nutuk’ta Türk’ün vasıflarını ve istiklal anlayışını çok anlamlı bir şekilde vurgulamıştır. “Türk’ün onuru, kendine güveni ve yetenekleri, çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir”.
19 Mayıs 1919, Türk Milletinin Bandırma Vapuru’ndan Anadolu’daki işgalci güçlerin bağrına demir atma günüdür.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 18 subay arkadaşı ve vatan için mücadele veren görünmez kahramanları saygı, minnet ve şükranla anıyoruz.
101. yılında, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun.