Önceki yazımızda sorguladığımız hususla devam ederek; Türk düşünce geleneği ve yöntemine dayalı idari reform politiğini neden oluşturamadık?
Kaynaklarımıza ve köklerimize bakıp oradan sadece günlük siyaset dili oluşturmakla su üzerine yazı mı yazmış olduk. Ordu ve devlet teşkilatlanmasında tarihten gelen tecrübeler ve Türk yönetim düşüncesinin temellerini inşa edebileceğimiz külliyat, gelecek projeksiyonlarına neden yön veremedi? Bu külliyat arasında en başta gelen Kutadgu Bilig, Siyasetname ve Mukaddime gibi eserler üniversitelerimizin yönetim ve siyaset bölümlerinde okutulmuyorsa ya da hafife alınıyorsa yerli oryantalizmimize yenik düştük demektir. Bu konuda Türk aydını üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdi mi?
Erol Güngör’den sonra memleket meselelerine kafa yorup dertlenecek ve gönlünü verecek fikir ve ilim adamı neslini mi yitirdik? Sorbonne Üniversitesi’ni “İsyan Ahlakı” adlı doktora teziyle birinci olarak tamamlayan; başarısından dolayı kendisine mükafat olarak bir altın saat ile ABD’ye seyahat teklif edilen; ancak bu armağanları reddederek üniversitenin giriş ve çıkış kulelerinde 24 saat ay yıldızlı Türk bayrağının dalgalanmasını isteyen Nurettin Topçu’nun “Yarınki Türkiye” eseri ile sadece döneminin değil bugünün bile idealist insanlarını heyecanlandırmasını duyduğumuzda ne hissediyoruz?
Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü’nün Osman Turan, İbrahim Kafesoğlu ve Mehmet Altay Köymen gibi tarih çalışmalarına sevkettiği talebelerinden olup üniversitede kalamamış Hüseyin Nihal Atsız’ın Bozkurtların Dirilişi ve Ruh Adam gibi romanları dışında çok iyi derecede Osmanlıcası ile Aşıkpaşazade Tarihini şerh ettiğini öğrendiğimizde tüm kapılar aynı yere açılmakta ve uzayan sorular bizi aynı yere götürmektedir. O da atiyi maziden inşa etmektir. Ancak eziklik duymadan, utanmadan ve hikmet ve ariflik geleneğinden geldiğinin bilincinde olarak.
Beydeba’nın iyiyi, erdemi, adaleti hayvanları konuşturduğu “Kelile ve Dimne” eserini ya da aynı minvalde Mevlana’nın Mesnevisi’ni La Fontaine’nin Fabl’larından yüzlerce yıl önce yazdığını ya da Robinson Crusoe’un yine kendisinden çok önce yazılan İbn Tufeyli’nin Hayy Bin Yakzan eserinden mülhem olabileceği ayrı bir tartışma konusu olsa da bize Fabl’ların özgün olduğu ve Robinson’un “efendi” olduğu anlatıldı.
Türk İdari reformlarının bağımlılık tezlerine uygun olarak dünyadaki gelişmelerle eşzamanlı ya da iktisadi krizlerin izdüşümü şeklinde gerçekleştiriliyor olmasını doğru okumak gerekir. Balta Limanı Ticaret Antlaşması ile Tanzimat Fermanı’nın peş peşe olması ve İngiliz Sanayi Devriminin geldiği yeni aşamada Osmanlı pazarına girmek istemesinden alın 24 Ocak Kararları ile dünyada hızlanan neo-liberal gelişmelere oradan 1990’ların sonu ve 2000’lerin başındaki iktisadi krizlere karşı Yeni Kamu İşletmeciliği reform paketlerine kadar. İktisadi kriz ve devalüasyonlardan sonra gelen askeri müdahaleler ve ardı sıra idari reformlar gösteriyor ki yönetim düşüncesi sağlam ve tutarlı bir iktisadi altyapı, istikrarlı bir siyasal ve toplumsal düzene ihtiyaç bulunmakta.
Kutadgu Bilig’de yönetileni yönetime bağlayan, Adalet Dairesi’nin temeli sayılan iki esas, “Hukuk ve İktisat”tır. Bu bağlamda eser, tebaanın hükümdar üzerindeki üç hakkından bahseder: paranın değerinin korunması, adil kanunlar koyulması ve güvenliğin sağlanması. Devlet adaleti sağlayacak, refahı tesis edecek ancak hepsinin temelinde de sağlam bir insan modelini esas alan maarif sistemi kurgulayacaktır. Batı siyasal düşüncesinde insan doğası nasıl siyasal sistemlerin çıkış noktası olmuşsa Siyasetnamelerde de hem yöneten hem de yönetilen için ideal bir insan modeli arayışı/tasavvuru meselenin odağına yerleştirilmiştir. Demek ki insan modelinden başlayıp topluma oradan siyaset ve devlete uzanan bütüncül bir “grand teori”ye ihtiyaç duyuyoruz. Zira Türk İslam yönetim düşüncesinin içerdiği felsefi ve pratik zeminde müşahhas olandan mücerret olana güçlü bir müktesebat var.