Nihat Sami Banarlı; "Yunus Emre, halk diliyle tasavvuf edebiyatının en büyük şairidir. Daha Türkistan asırlarında Ahmet Yesevi ile başlayan Halk tasavvuf şiiri, Türkistan, Horasan ve Anadolu’da yüzyılı aşan bir işleniş çağından sonra, en üst seviyesine Yunus Emre’de varmıştır.’’ derken tarihin süzgecinden billurca damlayan gerçekleri ifade etmiştir.
Bizim de gönlümüz Yunus Emre’yle hasbihal ederken yanıp tutuşmuştur:
"Her vadide sözün çağlar gönüllerde mukimdir hâlin
Ehline malum olsun nehirlerin deniz olduğu anın şöleni
Sen Tapduk’un kapısında pişirirken miskinliğini
Girip doğan donuna şikâre geldin elhamdülillah
Ben göçmen duyguların ardında yeldirdim bedenimi
Kaçkınlığımı sağılt ummanında damla olayım haydi
Dilsiz çilelerde sınanmışlığıma delil olsun karayelin ıslığı
Çoğalt yetim sevgimin lisanını kuşlarla dost olayım
Dağlar çiçeğini donansın ırmaklar beste yapsın akışından
Bilinsin ‘’ Hâk cihana doludur o senden ayrı olmaz"
13. yüzyıl Anadolu’nun gerçek bir aydınlanma dönemidir. Hacı Bektaş Veli, Mevlana, Ahi Evran ve Yunus Emre bilge ve ulu kişilikleri ile zorluğun mengenesine sıkıştırılan Anadolu Türk insanına ümit ve müjdeler vererek hem milli birliği kurmuşlar hem de kurtuluşa ulaşmalarına vesile olmuşlardır.
Yunus Emre, 700 yıldan beri Türk ve dünya insanlarına sevgi, kardeşlik ve hoşgörü konularında bir gönül insanı olarak seslenmektedir. Yunus Emre, “Her dem yeniden doğarız/Bizden kim usanası” sözleri ile yeni ve taze oluşunu korumaktadır .O, yaptıkları, sözleri, şiirleri; dilden dile dolaşmış, gönülleri fethetmiş kendi deyimiyle “gönüller yapmış”, Anadolu’nun en buhranlı dönemlerinde gerek iç karışıklıklar gerekse Moğolların Anadolu’yu yakıp yıktıkları dönemlerde Anadolu insanına moral vermiş, manevi destek olmuştur. Anadolu Türkçesini halk gönlünde yaşatmış ve sevdirmiş, sarayın ve medresenin Arapça ve Farsça’yı ön planda tuttuğu bir zamanda, şiirlerini Türkçe ve yaşayan halk dilinde söylemiş, halkın gönlüne seslenmiştir. Bu derece halk üzerinde etkili olmasına rağmen O; öyle büyüklük davasının olmadığı, O’nun gayesinin sadece insanlar arasında sevgiyi hâkim kılmak olduğunu ifade etmiştir. Onun hedefi “gönül yapmak” tır. Yunus Emre gayesini şu dizelerinde anlatır:
"Benim bunda kararım yok, ben bunda gitmeğe geldim
Bezirgânem metaım çok, alana satmağa geldim
Ben gelmedim davi için, benim işim sevi için
Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim
Dost esrüğü deliliğim, âşıklar bilim neliğim
Denşürüben ikiliğim, birliğe bitmeğe geldim
Ol hocamdır ben kuluyum, dost bağçesi bülbülüyüm
Ol hocamın bağçesine, şad olup ötmeğe geldim
Bunda biliş olan canlar, anda bilişirlermiş
Bilişüben Hocamla, halim arz etmeğe geldim
Yunus Emre aşık olmuş, maşuka derdinden ölmüş
Gerçek erin kapısında, canım arz etmeğe geldim"
Yunus Emre Türkçe’nin söz üstadıdır. O; dilimize öyle bir genişlik vermiştir ki, en zor tasavvuf konularını sebk-i Türki sanatı ile herkesin anlayabileceği bir konuma getirmiştir .Bu durum, dilimizin asırlar öncesinden bu yana berrak bir anlatımın da örneği olmuştur:
‘’Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı,
Söz ola ağulu aşı bal ile yağ ide bir söz
Kişi bile söz demini demeye sözin kemini
Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ide bir söz
Yunus imdi söz yatında söyle söz gayetinden
Key sakın o şeh katından seni ırak ide bir söz”
Gönül, dünya dillerinde sadece Türkçe’de bulunan bir sözcüktür. Ruhun derinlerinde yeşeren bin bir baharın adıdır gönül. İnsan, Allah’a gönül yoluyla ulaşır. Zira gönül, Allah inancının bulunduğu yerdir. Bu yüzden gönül arıdır, dururdur, hiçbir olumsuzluğu içinde barındırmaz. Kin, fitne, hasetlik gibi kötü duygular kalbe girince gönül, oradan ayrılır, kendine hiçbir kötülüğün bulaşamayacağı güzellikler ülkesine göç eder.
Gönül güzelin peşindedir ve o güzelliği diliyle ifade eder. Güzel sözün ,kötü söze üstünlüğünü Yaradan buyurur:’’ Gördün ya Allah hoş bir sözü nasıl bir misal yaptı. Güzel söz kökü (yerde) sabit dalları havada hoş bir ağaç gibidir. Yemişlerini Rabbinin izniyle her dem verir. Ve Allah insanlara böyle misaller verir ki kavrayıp düşünsünler. Kötü bir sözün misali de pis bir ağaç gibidir ki toprağın üstünde cüsselenmiş, varlığını sürdürme imkanı yoktur.’’(İbrahim,24-25-26)
Diğer organlar ilhamını gönülden alır. İnsan, gönlü sayesinde yaratılmışların en şereflisi olur, melekleşir. İnsanı anlamlandıran, ruhunu kıpırdatan, duygu dünyasının kapısını açan gönlüdür. İnsanın içindeki gökyüzü, gönülle aydınlanır. Işığı başka gönüllerde yeni aydınlıklar doğurur. Kalp, gönülden dolayı vücudun bir parçası olmanın ötesine geçerek sırlar âlemine yükselir. Ve nice güzellikler, iyilik ve doğruluklar çiçekli bahçeler olup varlık âleminde yer bulur.
İnsan gönül kulağıyla duyar, gönül gözüyle görür, gönülleri hoş tutar, gönülden bağlanırsa gönüllere girer, birlik âlemindeki gerçeği kavrar, mutlak varlığı içinde hissederek huzura erer, olgunlaşır. İnsan, bağışlanan bilgi, hikmet ve erdemle hayatın zorluklarına, çaresizliklerine çözümler bulur. İnsan, dünya güzelliklerinin şükrünü eda ederek nimetinin bereketini artırır.