Yunus Emre, düşünceleri ve kendisinden sonra gelen takipçileri itibarıyla Türk tefekkür ve edebiyat dünyasında yeni bir çığır açmıştır. Bu çığır; Yunus Tarzı, Yunus Ekolü, Yunus Okulu gibi aynı anlama gelebilecek adlarla açıklanmıştır. Bu fikir ve ülkü, Ahmet Yesevi’den başlayarak Türk hakimiyetinin kurulduğu bütün coğrafyalarda fidandan ulu ağaçlar hâlinde dal budak salmış, güzellikleriyle farklı toplum ve insanların gönüllerinde yer edinmiştir.
Fuat Köprülü, Yunus Emre’nin tefekkür dünyasını oluşturan ana kaynağı; ahlaki-sufiyane esası veren İslâmi unsur ve lisan, eda, şekil ve vezin itibarıyla oluşturulan milli unsur olarak belirtir. Bu iki unsur, Yunus Emre’nin şahsiyetinde birbiriyle kaynaşmıştır. Köprülü’nün bu Yunus Emre yaklaşımı, günümüzde de geçerliliğini devam ettirmektedir. Yunus’un İslâm sufîliği ile Türk kültürüne ait zevk ve yapısını teşkil eden bu anlayış geniş ölçüde kabul görmektedir.
Yunus Emre’yi çok farklı düşüncelerle açıklamaya çalışan insanların da olduğu bir gerçektir. Bu tür anlayışlar, din, felsefe ve sosyolojik insan algılarıyla ilişkili olarak izah edilmektedir.
İlhan Kutluer, filozofların insanı yalnızca “düşünen ve bilen canlı” olarak değil “yaratılışı gereği toplumsal ve siyasal canlı” olarak da tanımladıklarını söyler. Kutluer’e göre, tasavvufun insan anlayışı zühd ahlâkı çerçevesinde niyet ve gayret kavramları üzerinde yoğunlaşmış, bir metafizik doktrin olmakla da “insân-ı kâmil” kavramını merkezîleştirmiştir. Tasavvuf doktrini açısından kâmil insan hem ilâhî tecellinin en yetkin mazharı hem evrensel insan idesi hem de âlemin var edilişindeki gayedir.
Yunus Emre, zaman zaman hümanist bir şair olarak da gösterilmeye çalışılmıştır.
Hümanizm,’’ insancılık’’ anlamına gelmekte olup 14. yüzyılda İtalya'da doğmuş felsefi bir düşünce ekolüdür. Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü’nde hümanizmi; " Akıllı insan varlığını tek ve en yüksek varlık olarak görmekte olan, ayrıca bireyin yaratıcı ve ahlaki gelişiminin rasyonel ve anlamlı bir biçimde doğal yoldan gerçekleştirileceğini ön plana çıkartan bir felsefi akım." şeklinde tanımlar. Tanımdan da anlaşılacağı gibi insan merkezli bir felsefi akım olan hümanizm, her bakımdan insanı öne çıkaran bir yapı ve olgudur.Oysa Yunus Emre öğretisinde yaratılan her şey Yaradan’dan ötürü hoş görülmekte ve sevilmektedir.
‘’Cümle yaratılmışa/ Birlik ile bakmayan
Halka müderris ise/ Hakikatte asidir
Bu dünyaya kanmayalım/Fanidir aldanmayalım
Bir iken ayrılmayalım/Gel dosta gidelim gönül’’
Yunus Emre’nin ‘’sevgi’’ anlayışı ‘’Tanrı’’merkezlidir. Kilisenin baskı ve zulmü sonucunda ‘’yeni bir insan ‘’ modeli kurmak üzere ortaya çıkan hümanizmi, Yunus Emre’nin insan sevgisiyle özdeşleştirmek aşırı bir zorlamadır. Kaynak ve netice olarak farklı bir duygu ve düşünceyi ‘’hümanizm’’ potasında birleştirmek abesle iştigal etmektir.
‘’Adımız miskindir bizim/Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız/ Kamu alem birdir bize’’ Kamu alemi bir bilen ve kimseye kin tutmayan, üstelik ‘’Her dem yeniden doğup’’ kendini güncelleyen bir düşünce insanı Yunus Emre, Batı düşüncesinin felsefi bir akımı olan hümanizmle ilişkilendirilemez. İnsan, ‘’Eşref-i Mahlukat’’tır, âlemin özüdür, varlıkların gözbebeğidir. Şeyh Galip’in özlü deyişiyle insan;
’’Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen’’ denilerek yüceltilmiştir. Şeyh Galip, beyitin devamında insanın vasıflarını açıKlar:
“Ey dil, ey dil niye bu rütbede pür gamsın sen
Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen
Secde-fermâ-yı melek zât-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akvamsın sen
Rûhsun nefha-i Cibrîl ile tev’emsin sen
Sırr-ı Hak’sın mesel-i Îsî-i Meryem’sin sen.”
“Ey gönül, ey gönül, neden bu kadar gamla dolusun? Yıkıksın, kırık dökük bir haldesin hâlbuki sen tılsımlı bir hazinesin. Meleklerin secde etmeleri emredilen kadri yüceltilmiş bir varlıksın. Bildiğin gibi değil, her varlıktan daha olgun, daha ilerisin. Ruhsun, Cebrail’in üfürmesiyle ikizsin. Sen Allah’ın sırrısın, Meryem’in oğlu İsa gibisin.”
Türk tasavvufunun insan anlayışıyla hümanizmin insana bakışı çok farklı konumdadır.
Esasında farklı medeniyeniyet ve kültürlerin insan algısı da değişiklik gösterir. Thomas Hobbes, ‘’ “İnsan insanın kurdudur” derken güvensizlik ortamında çekişme ve düşmanlığın eksik olmayacağını söyler. İnsanlar birbiriyle kaos içinde sürekli savaş hâlindedir. Oysa Yunus Emre, insanların Tanrı’ya ve topluma karşı sorumlu olduğunu belirtir:
‘’ Bir hastaya vardın ise/ Bir içim su verdin ise
Yarın anda karşı gele/ Hak şarabın içmiş gibi
Bir miskini gördün ise/ Bir eskice verdin ise
Yarın anda karşı gele/ Hulle donun biçmiş gibi’’
Sebahattin Eyüboğlu, Yunus Emre’nin insan sevgisini köksüz, dayanaksız bir bir şekle büründürür. Türk kültür ve medeniyetinin zengin insan sevgisi yok sayılarak, bambaşka bir Yunus Emre’den bahseder: ‘’Nedir bizim Yunus’un inancı? Yoksulu bay, kuruyu yaş, ayağı baş eden bu yaman insan gücünü hangi inançtan alıyor Yunus? Bu sorunun karşılığını Yunus’un söylediklerinde ve söylettiklerinde aradığımız zaman bir hayli şaşırarak görüyoruz ki Yunus bütün dindarlığına, Müslümanlığına karşın hiç bir dinin adamı değil, tersine, bütün dinlerin ötesinde, camilerin, kiliselerin dışında, kitapsız, tapınmasız, törensiz, kıblesiz bir inancın adamıdır. Bu inancın tek kuralı, yasası, doğması sevgidir; en geniş, en sınırsız, en insanca anlamıyla sevgi..."
Elbette, Yunus Emre söz konusu pasajda tanımlandığı gibi asla değildir, olamaz. Onun şu sözleri doğru anlaşılmalı, doğru yorumlanmalıdır:
‘’Çalış kazan ye yedir/Bir gönül ele getir
Yüz Kabe’den yeğrektir/ Bir gönül ziyareti
Bir kez gönül yıktın ise/ Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi/ Elin yüzün yumaz değil
Bir gönülü yaptın ise/ Er eteğin tuttun ise .
Bir kez hayır ettin ise/ Binde bir ise az değil
Yunus Emre der hoca/ Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice/ Bir gönüle girmektir’’
Yunus Emre’nin öğretisinde insan ve insan sevgisi, Molla Kasımlar ile hümanizm yorumcularının anlayışlarından çok farklıdır.