Dilinde "ah bir ataş ver”, gönlünde kırılmış can parçaları, cebinde eski zaman saatlerinden köstekli duruyordu. Hüzün, içinin bütün duvarlarına rengini bulaştırmıştı. Güz mevsiminin adamıydı o.

Yıldızlar saçlarına değil fersiz gözlerine düşmüştü. Lodoslar, poyrazlar yüreğindeki esintiden daha güçlü değildi. Gitmekle gitmemek arasında kalmıştı. Yarım kalan, kırık cümlelerini tamamlayan insanlar hayatından çıkmıştı.

Zayıf ince boynunun üstündeki yüzünde her renk soluk ve silikti. Mahzun bir göçmeni andıran yürüyüşleri ile bütün dillerde kendi hazin hikâyesini yazıyordu, içinden ve derin bir sessizlikle.

Sevgi beslediklerine karşı hastalıklı derecede bağlı olmasa, içinde kirlenenler ıslak kalmasa, yüzündeki derin düşünceler hafif bir rüzgârla uçabilirdi.

Yürüyüşünü yalnızlığın sesine yöneltmesi boşuna değildi. “Sen bir ömre bedelsin” dediğiyle yolunu ve gönlünü ayırmıştı. Arkalar dönülmüştü sevenler arasında.  

Oysa Leylâ’yı binayı kerpiç üstüne kurarken görmemişti. Leylâ, doğduğu anda gönlüne işlenmişti.

Ancak biliyordu ki, yiğit olan sevdasından ağlamazdı. Ağlamamak için, “al başımdan bu sevdayı götür yâre ver” dileğinde bulunuyordu.

Kısık gözleriyle, suyla teması kesilmiş balıklara dönmüştü. Yüzüne derin bir öfke ve keşke diyen düşünceler oturmuştu.

Artık tenha ve rüzgârsız şehirleri seçecekti, dar ve karanlık sokaklara benzeyen insanların olmadığı. Uzaktan gelecek vapurun sesini, çocuğun haykırışını, Karadeniz’in yeniden dalgalanışını beklemeyecekti. 

Artık yâr yolunu kollamayacaktı, akasyalar açarken. Her ne kadar ben seni unutmak için sevmedim dese de şarkılar; ona en acı haber, sevdiğinin kiminle olduğuydu. Ve artık, kalp acı, dünya hüzün, göz yaş doluydu. Buna rağmen yine de beklemedeydi. Son kez söylemesini istiyordu radyoda söyleyen sanatçıdan “bir ihtimal daha var” şarkısını.

Karanlık çökerken kente, çilekeş ve kederli yüzü, omuz verdiklerinden ayrı düşmenin verdiği sıkıntıyla islense de, gönlünün kanayan yarasına ilaç gördüğü Eski İnsanlar’ın olmadığı sokakların belirsizliklerine bıraksa da kaybolmuş ruhunu; yüreğe düşmüştür bir kere ateş, en kötü ihtimalle “kor”dur ve ne kadar istense de sönmez. Çünkü herkes bilir ki, yanık olur ONLARIN yüreği.

Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer,

Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer,

Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer,

Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer,

Gece gündüz yok olur, an-ı dem adem de geçer,

Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi,

Çağlıyan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?

İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi?

Çevrilir dest-i kaderle bu şu'unun fili mi,

Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer...

                                             (Neyzen Tevfik)