Sağlık Bakanlığı cep telefonuna indirilen bir uygulama ile Covid-19 bulaşan kişileri takip ediyor. Daha doğrusu karantina altındaki kişiler, yerlerini terk ettiğinde cep telefonlarına bir mesaj geliyor ve nazikçe uyarılıyor. Fakat bilim insanları bu uygulamaların cep telefonuyla istenen faydayı sağlayamayacağını; kişinin cep telefonunu yanına almadan çıkabileceğini söylüyor. Haklılar.
Bilim insanları bu uygulamanın faydalarını anlatırken; bazı uygulamaların kandaki oksijen seviyesini ölçebildiğini, hatta daha fazla parametreyi izleme merkezlerine gönderebildiğini söylüyor. Böylece daha erken teşhis, daha hızlı tedavi mümkün olacak.
Bu uygulama sizde inovatif fikirler çağrıştırmıyor mu?
Mesela cezaevinden çıkmış bütün mahkumlar bu uygulamayla kontrol edilebilir mi? Mesaj kişiye değil de polis merkezine gider.
Çocuk istismarcıları bu uygulamayla kontrol altında tutulur. Fakat burada önemli olan suçun işlenmesini mutlak önlemektir. Bu durumda sadece istismarcının değil, istismara uğrama ihtimali olan çocukların da izlenmesi gerekir ki hâlihazırda pek çok ebeveyn benzer uygulamalarla çocuklarını zaten izliyor. Kadına şiddetin önlenmesi de çok mümkün bu uygulamayla.
Cinayet saati neredeydiniz, sorusu tarih olur.
Hırsızlık vakaları birkaç dakikada çözülür. Hırsız, zaten nerede olduğu bilindiğinden, çok hızlı yakalanır.
Yalnız bir sorun var; kötü niyetli biri başkasının telefonunu çalıp suç işlerse ne olacak?
Bileğe takılan ve çıkartılamayan elektronik kelepçe benzeri bir uygulama veya kulağa küpe bir çözüm olabilir mi? Çocuklarda, hastalarda uygun değil; mahkumlarda da... Malûm cezaevinden çıkanların sosyal hayata adaptasyonu…
En iyisi deri altına yerleştirilecek bir çip!
Komplo teorilerinin etkisi altında kalanlar, bu çip fikri için “herkesi izleyecekler, özel hayat kalmayacak” gibi itirazlarda bulunabilir; ama yukarıdaki uygulama önerisini pek çok dostumla paylaştım. Hiçbirine saçma gelmedi bu fikirler. Ne özel hayat ne de sürekli izlenme kaygısını önemsemediler. Hatta bazıları ahlaki çöküntüyü de azaltır, düşüncesinde.
Üstelik inovasyonun sonu yok; trafik kontrolünden vergi denetimine, çalışan takibinden rüşvetin önlenmesine kadar her alanda benzer uygulamalar geliştirilebilir. İhtiyaç olduğunda ilgiliye anında mesaj da gönderilebilir. Bu durumda deri altına yerleştirilen bir çiple beraber belki bir gözlük aparatı gerekir. Belki de saat…
Ocak ayında komplo teorisi olabilecek bir uygulama üç ay sonra sağlık ve güvenlik için makul bir çözüm olarak mecburen kabul görüyor.
Korona virüse dönelim.
Bu virüs belasının insanlara bulaşmasından sonra bilim insanları, virüsten temizlenmek için sabunun, korunmak için teknolojinin önemine dikkat çektiler. Biri temizliğin diğeri gelişmenin sembolü. Biri basit, diğeri karmaşık; biri sizde diğeri sizin dışınızda, birinin öznesi, faili; diğerinin nesnesi, mefulü oluyorsunuz.
Kolonya fiyatlarının yükselmesini alkol üretiminin eksikliğine bağlayan bazı aydınlarımız; iktidarın, şeker fabrikalarını satarak alkol üretimi için gerekli olan şeker üretimine ket vurduğunu; Hıfzıssıhha Kurumunun kapatılmasının virüsle mücadelede devleti zaafa düşürdüğünü dile getirdi ve bazen açıkça bazen ima yoluyla önerilerde bulundu: Şeker fabrikalarının tekrar devletleştirilmesi, hatta maske üretmek için Sümerbank’ın, sağlık güvenliği için geçmişteki güçlü kurumların ihya edilmesi…
Şeker fabrikaları, alkollü içecek fabrikaları, Sümerbank bazı aydınlarımız için Cumhuriyetin sembolüdür. Üretim, makine ve sanayi bu kişiler için gelişmenin, aydınlanma ve devlet olmanın gerekliliğini açıklar. Güçlülük, kontrol ve hakimiyet…Bu aydınlar “vatandaşları adam etmek için eğitim, devleti yönetmek için bilim” önermesine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu yaklaşımda siz sadece nesne ve mefulsünüz.
Herkesin kafası karışık.
Bu virüsle başlayan süreç bizi bir yerlere sürüklüyor.
Bir yandan bir bilim kurgu filminin konusu olabilecek gelişmeler yaşıyoruz, diğer yandan 1930’lu yılların sonlarında yaşanan yokluk psikolojisi içinde nostaljik refleksler gösteriyoruz.
Köy enstitülerini mahalle enstitüsüne çevirip, her bir çocuğu devletin gören gözü, işiten kulağı olarak yetiştirip, toplum düzenini bozanlara karşı hızlı refleks gösteren, “devlete ve topluma karşı sorumluluğunun bilincinde vatandaşlar”ın yaşadığı, muasır medeniyetleri yakalamış bir ülke mi; yoksa bir çip takıp her an herkesi kontrol altında tutarak, “sadece kendine karşı sorumluluğunun bilincinde bireyler”in yaşadığı mutlu ve huzurlu bir dünya mı?
Eskilerin dediği gibi, kırk katır mı, kırk satır mı?..
Bir ihtimal daha var; zenginlik ve huzur adına yeni yeni tanrılar uydurmak ve tanrıcılık oynamak yerine, hayattaki işaretlere göre yaratılıştan gelen sorumluluklarını üstlenmek. Ama insan nedense sarp yokuşları tırmanmak yerine yokuş aşağı yuvarlanmayı yeğliyor.
İnsan işte!..