En az akıl ve ilim kadar önemli bir kavram olan şuur, gelişmelerin farkında olmaya, şiarın (sembollerin) gizlediği veya aşikâr ettiğini anlamaya işaret eder. Akıl, olguları birbirine bağlamaktır. Şuur semboller ve işaret ettiği asılları arasındaki bağı anlamak, fark etmektir.
Kur’an’da, ayetlerde, defalarca şuur (ş,a,r) önemli bir kavram olarak geçer. Şiir, şair, şiar (semboller), şuur aynı kökten türetilmiş birbiriyle bağıntılı kelimelerdir. Kelime hayvanların kılı manasındadır. Hayvanların postu diye düşünmek mümkün. (Bir nevi üniforma…)
Şiar (semboller) ve şuur… 
Mekân, gün, renk, bitki, hayvan, kıyafet, kelime, basit bir ezgi, bir hareket, vb. herhangi bir şey sembol olabilir. Şuur bu sembollerin sembolik değerlerinin farkında olmak ve işaret ettiğini anlamaktır. 
Bir savaş meydanında iki bayrak… Meydanı çınlatan bir boru sesi…
İç içe geçmiş insanlar birkaç dakikada ayrışıp kendi bayrağı altında birleşebilir… 
Sembollerin bir bakışta, ilk duyuşta ilgililerini birleştiren, ilgisizlerini ayrıştıran gücü vardır.  
Şuur, sembollerin (şiar) neleri nelerle birleştirerek, diğerlerinden ayrıştırdığını görebilme becerisi olarak da tanımlanabilir. 
Sembolü gören, eğer kendini o sembolle tanımlıyorsa, sembole sığınacak ve güvende olacaktır. Kendini güvende hisseden biri o sembole asla zarar gelsin istemeyecektir. Zira sembol kaybedilirse dağılmak, savrulmak ve kaybolmak kaçınılmazdır. 
Başka hiçbir “şey” böylesi bir güç üretemez. 
Sembollerin olduğu yerde akıl işlemez. Akıllıca ifadeler sökmez. Mantık, matematik anlamsızlaşır. Bu yönüyle semboller çok tehlikelidir. 
Güçlü ve tehlikeli… 
Savaş oyunlarında rakibin sembolünü ele geçirmek rakibin kaybettiği anlamındadır. Bir savaşta semboller kaybedilmemişse savaş tamamen kaybedilmiş değildir. Bu nedenle savaşın kesin bir zaferle sonuçlanması için sembollerin el değiştirmesi veya tamamen yok edilmesi gereklidir. Tarihte kütüphanelerin yakılması, mabetlerin yıkılmasının nedeni budur. 
Son iki yüz elli yılda o kadar çok sembol zuhur etti ki savrulmayı önleyen semboller başka sembollerle anlamını yitirdikçe, semboller âleminde savrulmak kaçınılmaz oldu. Günümüzde şuur en az akıl kadar ama kesinlikle bilimden daha önemli bir kavramdır.  
Mesela büyük şirketlerin yönetiminde görev alan, yüksek tahsilli bir dostum büyük bir âlim olduğunu iddia ettiği bir kişinin ipe sapa gelmez konuşmasını naklettikten sonra “işte bizim ilmimiz bunu anlamaya yetmez” anlamında sözler sarf etti. 
Dostuma sordum: Bu kişinin sakalı olmasa, başında sarık yerine bir sporcu şapkası, sırtında cübbe yerine bir t-shirt, şalvar yerine bir kot pantolon ve ayaklarında mesh yerine bez ayakkabı olsa ve aynı şeyleri aynı üslupla söylese yine de söylediklerini ciddiye alır mıydın? 
Daha soruyu bitirmeden başını sağa sola sallayarak “dürüst olmak gerekirse ciddiye almazdım” dedi. 
Peki, o zatın sözlerini ilimi mütalaa, zatı da âlim(!) yapan bir avuç kıl ve birkaç metre kumaş mıdır? 
Tabii ki değil. O kişiye saygının temelinde semboller yatar. Sakal, sarık, cübbe birer semboldür ve aslında İslam’ı veya ilmi değil bir meşrebi sembolize eder. Geçmişteki bütün meşrepleri İslam ile özdeş sayıp (birinci şuursuzluk), böylece o meşrebin yayıldığı coğrafyanın imkânları ve o zamanın ihtiyaçlarına göre oluşmuş kıyafet ve yaşam tarzlarını İslam saymak (ikinci şuursuzluk) … 
Zaman ve mekândan münezzeh olanla zaman ve mekâna mahkûm olan karıştırıldığında (büyük şuursuzluk) ipe sapa gelmez sözler, ilim(!) oluyor. 
Sembollerin (şiarın) iş gördüğü yerde akıl işletilemez ama şuur aldanmayı engeller.
Şuurlu biri her sakallıyı, sarıklıyı âlim sanıp aldanmaz. 

Ve Ayasofya… 
Bir semboldür… 
Fatih Sultan Mehmet bu sembol üzerinden İstanbul’un fethini net biçimde dünyaya ilan etmişti. Adını bile değiştirmemesinin nedeni ne olabilir bir düşünün?
Cumhuriyetin ilk yıllarında bu sembol üzerinden dünyaya bir mesaj verildi…
Bu mesaj işe yaradı mı? 
Düşünmekte fayda var.
Bu mesajı şuursuzların anlamadığı kesin. Zira bazıları bu mesajı “Çağdaş Türkiye” kurma azminin bir tezahürü olarak görüyor. Bazıları ise kararı adeta “İslamofobi” ile açıklıyor. 
23 Nisan 1920’de hatimler indirilerek, bütün vekillerin katılımıyla kılınan Cuma namazından sonra açılan TBMM ve Cumhuriyeti kuran irade Ayasofya’yı neden müze yapar? Hiç kimse Cumhuriyeti kuranların takıyye yaptığını iddia edemez.
Ayasofya’yı müzeye dönüştüren siyasi irade ile karara karşı çıkanlar muhtemelen aynı istikamette, devletin köklerini korumak üzere refleks gösteriyordu: Bir yandan şerlerin defi için maslahat, diğer yandan fethin devamı için cesaret…
Ayasofya bir cami veya insanlığın ortak değeri bir sanat eseri olarak bir mana ifade etmez. Onun neyi sembolize ettiği aslında herkesçe bilinmektedir. 
Bu kadar gürültünün nedeni de budur. 
Ayasofya’nın bir cami olduğuna şüphe yoktur. Fakat, Ayasofya’yı Cami olarak ibadete açmak bir mesajdır.  Bir karar meselesi değil zaman meselesidir.
Zamanı geldi mi? 
Zamanı geldiyse işimiz zor, hem de çok zor. 
Zira Ayasofya fethin sembolüdür. Savunmanın değil. 
Bu nedenle 15 Temmuz'u 16 Temmuz'a bağlayan gece sonrası sabah namazını Ayasofya’da kılmak kimsenin aklına gelmedi. 
İşte burada akıl, bilim işlemiyor.
Şuur… Birazcık şuur…