“Yasal ama ahlaki değil.” Bu size garip gelmiyor mu? Bir kişi veya kurum yaptıklarından dolayı kınanıyor. Ama yasal bir yaptırımı yok.
Mesela bir firma, dernek, kamu kurumu, bürokrat, iş insanı, cemiyet, aile, anne, baba, arkadaş, bir erkek, bir kadın yasalar önünde suçsuz ama kamu vicdanında mahkûm olabiliyor. Hangi yargılamayla? Sanıldığı gibi kamu vicdanında falan bu işler dönmüyor. Basın ve her türlü medya hem savcı hem hâkim hem de infaz memuru oluyor.
Bir kişi veya grubu önce suçluyorsunuz ama aslında suçlamıyorsunuz… Yani yasalar nezdinde suç sayılmayan bir iddia olduğundan aslında bir suçlama yok. Yani bir kadına “her gün zina ediyor” diyerek bir yakıştırma yapmak suç olmaz. Zira zina suç değil. Bir kişiye suç olmayan bir eylem yakıştırmak da suç sayılmaz. Doğal olarak kendine eylem yakıştırılan kadın veya erkeğin bir nevi savunma hakkı da elinden alınmış oluyor. Hayır yapmıyorum demenin bir anlamı yok ki… Bir insan suç olmayan bir eylemi yapmadığını nasıl ispatlasın? Efendim ahlak, inanç meselesi diyorsanız yanılırsınız, zira inançtan İslam’ı kastediyorsanız asıl suç bir kanına zina isnat edip ispatlayamamaktır. Yani isnat edenin ispat mecburiyeti vardır. Oysa konu ahlak olduğunda ispata gerek yok. Birine ahlaksız demek yeterli… Yasal cezası yok ama daha ağır sonuçları var.
Evet, durum daha tehlikeli… Yaftalanmak! Önce suç olmayan bir yafta asılıyor boyunlara, daha sonra pekiştirme süreci başlıyor: “Hani şu ahlaksız var ya” ile başlayan, “biz onun ne mal olduğunuzu biliyoruz” söylemleri… Önce “insan onurundan” dem vurup sonra “aslında yasal ama ahlaksızca” diyerek insanları haysiyetinden mahrum/mahkûm etmek… Üstelik bunu ahlak adına yapmak.
Sosyal yaptırımlar doğal olarak yasal yaptırımlardan daha güçlüdür. Bunda bir gariplik yok. Fakat, ahlak denilen şey, her ne ise, hukuktan kopuk olabilir mi? Toplumun örfüne töresine aykırı olabilir mi?
Yasal olarak suçlanamayacak kişileri ahlaksızlıkla suçlamak ahlaksızlık değil midir? Zira neticesi intiharlara varan veya toplumsal fitneleri üreten bir kavram oldu ahlak veya ahlaksızlık.
Durum gerçekten dehşet verici; eğer toplumun vicdanında gerçekten bir yara açan hareket ve eylem varsa neden yasalara göre suç olmasın? Yok, eğer yasalara göre de suç sayılıyor ve yargılanan ceza almıyorsa, neden o kişilerin suçsuzluğuna değil de o kişiler ve yargının iş birliğine ve ortak ahlaksızlığına hükmediliyor? Yargılanmış ve berat etmiş bir kişiden özür dilenmesi gerekirken neden o kişinin ahlaksız olduğu kabul ediliyor. Birisi çıkıp “asıl ahlaksızlık budur” derse ne olacak?
Üstelik, tanımsız, boyutsuz bir kavram olan ahlak, herkese göre farklı anlaşılabiliyor. Bazıları ahlaksızlığı söylem eylem tutarsızlığı olarak tanımlıyor. Yani hem Müslümanım diyorsun hem de kul hakkı yiyorsun, gibi… Kişi ben Müslüman değilim, derse kul hakkı yiyebiliyor mu? Kaldı ki kul hakkı yemenin müeyyidesi nedir? Daha önemlisi kul hakkının tanımı nedir? Öyle bir kaosa sürükleniyoruz ki kullandığımız kelimelerin boyutu yok.
“Hem şunları yapıp hem de Hacca gidiyorsun” diye kınanan kişi mesela, Hac yerine Kumarhaneler şehrine gitse temizlenecek mi? Bir kadın çok eşli bir hayat sürdüğü için kınandığında “bu benim hayat tarzım ve bence ahlaksızlık değil, asıl ahlaksızlık bu hayat tarzını kınayıp bizimle geçici dostluk kurmak isteyenler” diyor. Bu durumda ahlaksızlık aslında kendi doğrularına uymamak olur ki gerçekten böyle midir? Yok eğer toplumun ortak değerleri ise biri ortak değerleri açıklamalı ve ardından şunu mutlaka tanımlamalı “evet, ortak değerler bu. Fakat, bu değerleri çiğnemek suç değil, çünkü…” işte o “çünkü” den sonrasını merak etmiyor musunuz?
Suç olmayan bir konuda insanlar neden kınanır? Birisi de çıkıp “asıl ahlaksızlık bir insanı suç işlemediği halde ahlaksızlık adı altında linç etmektir” derse ne yapacağız?
Bir iktisat profesörü ki kendi alanında çok değerli bir ismidir. Son iki aydır Türk Lirası üzerinde yapılan hareketleri ahlaksızlık olarak görmüyor. “Falanca açığa satıldığında ses çıkarmıyorsun da TL açığa satılınca neden feryat ediyorsun. Seni zayıf gördüklerinde kazanmak için tabii ki zaafından istifade edecekler. Bu işler ciddiyetsizliğe gelmez” mealinde ifadelerle bizim genç ekonomi kurmaylarına çattı. Anladığım şuydu: Piyasalarda kural güçlü olmak ve gücüne göre hareket etmektir, gücünü aşan alanlarda hava atmaya kalkarsan sana ders verirler. Sen de bu yapılanları yasaları çiğnemek olarak zaten adlandırmazsın, ama buna ahlaksızlık da diyemezsin… Yine anladığım kadarıyla hoca şunu söylüyordu: “Asıl ahlaksızlık sana yapılanlar değil, gücünün yetmediği halde öyleymiş gibi davranman, zira gerçekten gücün yetseydi yapılanları durdurabilir ve yapanlardan hesap sorabilirdin. Şimdi sadece sızlanıyorsun…”
Buyurun, ahlak için başka bir boyut… Hiç de mantıksız değil.
Afrika’da çocuklar başta olmak üzere insan ve insan organı da satılıktır. Halihazırda işleyen bir ticarettir. Bu mantıkla birisi sizin çocuğunuzu hatta sizi sattığında bu ahlaksızlık olmuyor… “Yani koruyacaksın… Koruyamıyorsan çalanı ahlaksızlıkla suçlamayacaksın… Asıl ahlaksızlık koruyamayacağın şeylere sahip olmaktır” gibi bir önerme çıkıyor. (Ehliyet ve liyakat bu çerçevede değerlendirilebilir mi?)
“Saçma!” diyebilirsiniz. Ama tarih boyu o anlı şanlı büyük feylesoflar ve bilim adamları köleliği nasıl meşru saymışlar sanıyorsunuz? Tabii bir de ahlaksızlık efendiler için değil, köleler için daha geçerli bir kavram gibi duruyor.
Bu konu da nereden çıktı diyebilirsiniz. Yakında önemli vakalarla karşılaşacağız: Virüsü bilerek veya bilmeden yaymak suç mudur yoksa bir ahlaksızlık mı?
Siz bana ahlakı tanımlayın, gerisi kolay…