“…uyarına gelirse, tepemde bir de çınar…”
Batılı toplumlar değer verdikleri insanları doğum günleriyle, doğulu toplumlar da ölüm yıldönümü ile anlarlar. Her ne kadar UNESCO veya başka bir batılı kurumca bizden bir değerin de dünyaca kutlamaya konu olursa o zaman doğum yılı esas alınabiliyor. 1991 yılı UNESCO tarafından Yunus Emre’nin doğumunun 750. Yılı nedeniyle “Yunus Emre Yılı” olarak kutlandı. 2007 yılı da Mevlana’nın 800.doğum yılı olduğundan “Mevlana Yılı” ilan edildi. UNESCO, 2002 yılını da doğumunun 100.yılı nedeniyle “Nazım Hikmet Yılı” olarak ilan etti.
1951 yılında vatandaşlıktan çıkarılan Nazım Hikmet, 5 Ocak 2009’da da vatandaşlığa yeniden kabul edildi. 2000’li yıllardan itibaren ülkemizde Nazım sevgisi çokça dile geldi ve Nazım Hikmet şiirleri yalnızca solcular tarafından değil, özellikle “Bu memleket bizim” şiiri sağ kesimin, devlet adamlarının seçim meydanlarına kadar indi. Ne de olsa “dört nala… uzakasya’dan” gelen bir neslin evlatlarıyız.Bu sevginin yeniden yeşermesi 1980’li yıllara kadar gider.
1980’li yıllarda, Nazım Hikmet’in şiirlerinden besteler yapıldı, kitapları pek çok kişinin başucu kitabı oldu. “En çok hangi şairi seversin ya da okursun?” sorusuna verdiğimiz tek yanıt, Nazım Hikmet idi. Nazım Hikmet sevgisi, klasik müzik sevgimizi ifade eden “Bethooven’in 9. Senfonisi ya da Rodrigo’nun gitar konçertosu gibi ezber kalıp bir cümle haline geldi. “Nazım Hikmet’i seviyorum” demek entellektüellliğe sıçrama tahtası gibi hepimizin imdadına yetişti.
Nazım Hikmet vatandaşlığa kabul dildikten sonra okul kitaplarına da şiirleri alınmaya başlandı. Ne var ki biraz önce bahsettiğim “Bu memleket bizim” şiiri burada da başı çekti. Onlarca şiir kitabının içinde çocukların yaşlarına göre olabilecek eserlerin ki Nazım Hikmet’in çocuklar için yazdığı pek çok eser vardır; okullarda okutulmasına özen gösterilmedi.
Nazım Hikmet, Vasiyet adlı şiirinde;
“Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...” der.
Görüldüğü üzere Nazım Hikmet’in vasiyeti oldukça alçakgönüllüce bir o kadar da duygusal. Bu vasiyete istinaden Anadolu’da birkaç köy muhtarı bir çınar ağacının altında temsili olarak Nazım Hikmet adına anıt mezar yaptırdı ve ölüm ya da doğum günlerinde buralarda etkinlikler yapıldı. Eskişehir’de de İlk kez 2001 yılında Doğançayır belde belediye başkanı Ali Rıza Koca Nazım Hikmet ve Kuva-i Milliye Şehitlerini Anma Kültür ve Sanat etkinlikleri düzenledi ve bu uzun yıllar sürdürüldü. Son yıllarda ise bu etkinlik yapılmıyor ama yine de Tepebaşı Belediyesi Nazım Hikmet’i anmaya yönelik bazı etkinliklerle bu geleneği sürdürme çabası içinde idi. Ancak son birkaç yıldır oradan da ses çıkmıyor.
Bugün 3 Haziran. Nazım Hikmet’in ölümünün 55. Yılı. Gündem malum. Seçimler. Şu anda tüm kültürel etkinliler seçimin gölgesinde kalıyor. (bilmediğim başka bir neden yoksa) Eskişehir’de iki edebiyat fakültesi, birincil etkinlik alanı kültür ve sanat olan pek çok dernek var. Ancak Nazım Hikmet ile ilgili bir etkinlik yapılacağının bilgisini şu ana kadar almadım. Olursa tabii ki memnuniyet verici olur.
Ben nacizane bir şekilde, "Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur” diyerek anıt mezarı başında değilse de onu bir şiirle anmak güzel olur diye düşündüm. Nazım Hikmet’in “Masalların Masalı” şiirinde suyun şavkına düşen imgeler giderek çoğalır... Umarım sizin içinizdeki Nazım Hikmet şiiri de giderek çoğalır; dilinize, ömrünüze yerleşir.
Masalların Masalı
Su basında durmuşuz,
çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana.
Su basında durmuşuz,
çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim, bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana, bir de kediye.
Su basında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, bir de güneş.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, bir de günesin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, bir de güneşe.
Su basında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, günesin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.
Su basında durmuşuz.
Önce kedi gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim,
kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
güneş kalacak;
sonra o da gidecek...
Su basında durmuşuz.
Su serin,
Çınar ulu,
Ben şiir yazıyorum.
Kedi uyukluyor
Güneş sıcak.
Çok şükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze....
Foto: 2006 Doğançayır Köyü Nazım Hikmet'i Anma etkinliği