17 Ağustos1999- 03.02
Çoğumuz birçok şeye fark etmeden bağlanır. Yöremiz, evimiz ve içindeki yaşam da bunlardan biridir. Sevdiğimiz birini ziyaret etmek ya da gezmek için bir yere gittiğimizde, bizi rahatsız eden bir şey yokken bile uykumuz bölünür. İlle de yastığımızı ararız.
Bazen de yaşamda donuklaşıverir her şey, özlemler ya da kaygılar böler uykuları. Yastık bizim yastıktır ama “diken olur” uykumuz bölünür, huzuru ararız.
17 Ağustos, 03. de yaşanan deprem da bizi uykuda yakaladı. Resmi rakamlara göre görece daha az söylense de 50.000’e yakın vatandaşımızı yer sakladı ve ebedi uykuya aldı. Bir çoğumuzu da deprem yalnız yastığımızdan değil, evimizden, mahallemizden edip, kara bir göçe zorladı.
Ülkemizde ne zaman bir felaket yaşansa ardından bir uğultu başlıyor. Olaydaki suç birden gelin olan sarımsağa dönüşüyor ve kimse üzerine alınmıyor. O günleri hatırlayanlar bilirler. “Efendim orada uygunsuz eğlenceler oluyormuş Allah da onların müstahakkını vermiş…Burada sorulacak soru şudur ki doğal felaketler Allahın cezası ya da gazapları arasında yer alır mı? Bu başlı başına bir konudur; bunu kutsal metinlerdeki gazap mesellerini inceleyerek hangi şartlarda Allah’ın böyle karar aldığı araştırılabilir.
Böylesi günlerde suçu bireylere yüklemek de başka bir genel davranıştır. Ogünlerde de müteahhitlere çatılmıştı. Tabii fırsatı bilip “Vur abalıya” mantığı çok basit bir eylemdir. İnsan ne yaparsa yapsın bunu bir sitem içinde yaptığından devletin denetim mekanizmaları devrede olmalı ve her alan için standartlar üretilmelidir.
Nitekim 2000 yılından sonra inşaat sektöründe yapı denetim kurumları oluşturularak devlet mekanizması, denetleyici rolünü üstlenmiştir. Hiç kimse bu mekanizmayı da “Allahın işine karışmak” olarak yorumlamamış sonuçlarından memnuniyet duyulmuştur.
Ogünlerde bireylere de çok çatılmıştı. “Efendim fayansına bakmadan ev almasalarmış. İnsan evi inceleyerek alır…” İnsanı öteleyen, empatiden yoksun bir yargı üretmek çok kolay bir davranıştır. Ancak bu anlayış, insanı öteleyen ve sorunla ilgilenmek yerine onu yok sayma eğilimidir.
Her insanın bildiği şeyler de bilmediği şeyler de mevcuttur. Bir sistem içinden yaşamanın kolaylığı ve gereği burada yatar. Hiç kimse ev sahibi olmadan önce mühendis, hasta olmadan önce doktor olamaz. Olmaya kalkarsa da bu işlerin tabandan zorlanması olur ki, o zaman herkesin her konuda, her şeyi bilmesini gerektirir. İnsan ömrü buna yetmez. Değil her konuda her şeyi bilmeyi, belli bir konudaki her şeyi bile bilmiyoruz. Ben güzel börek yaparım, diğeri de sağlam ev yapmalıdır.
Başka bir sorun ise doğal felaketler karşısında “Depreme hazırlıklı değildik” yaklaşımıdır. Deprem, olmadan önce randevu istemez. Yüz yüze geldiğimiz sorunlarla başa çıkabilmek Sağduyu ve Öngörü gerektirir. Hiç kimsenin kâhin olmasına gerek yoktur. Ancak bilimsel bilgiye itibar etmek şarttır. Tabiatın fiziksel yasalarıyla alay edemeyiz ve hafife alamayız. Bir coğrafyada jeolojik koşulların ne olduğu bellidir. Kaldı ki, bizler yüzyıllardır bu topraklarda yaşıyoruz ve buranın turisti değiliz. O halde riskimizin ne olduğunu bilmeliyiz ki ona göre inşa işini planlamalıyız.
2000 yılından sonra Türkiye’nin deprem haritası çıkarıldı ve zaman zaman da gelişen araştırmalara göre halka bilgilendirme yapılmaya devam ediliyor. Artık fay üzerine ev yapılmayacağı, deniz kumu kullanılmayacağı herkesin bildiği konular arasında yer aldı.
Nasrettin Hoca’nın suya giden kızını dövme nedenini biliriz.
Devletlerde kurumlar vardır. Bazıları bilgi üretir, bazıları girişimleriyle iş yapar, bazılara da yapılan işin üretilen bilgi ve standartlara uygun olup olmadığını kontrol eder. İşlerin olumlu sonuç vermesi koordine olmaya bağlıdır. Bunların hepsine ihtiyacımız vardır. Birine diğerine göre daha çok önem verirsek de yok sayamayız.
Türkiye’de konuşulan sorunlardan birisi de bu kurumlar arasındaki koordinasyondur. Her ne kadar doğal bir felaket olduğunda tıpkı deprem zamanında olduğu gibi kurulan kriz masaları ve araştırmalarla eskiye göre pek çok alanda iyileşme varsa da hala bunun kalıcı olarak düzeltilebildiğinden söz edemeyiz. 1999 depreminde bir bölgedeki bazı binalar için verilen altı ayrı raporun üçünde oturulur üçünde oturulamaz kararı alındığına tanık oldum. Vatandaş papatya falına bakarak karar veremez
Son günlerde “İmar Barışı” ile ilgili düzenlemeler var. Her ne kadar vatandaş bundan yarar göreceğini düşünüyorsa da yapı denetiminin yine işbaşında olması zorunludur. Binanızın affı ya da tapusunun olması onun fiziksel koşullarını değiştirmez. Bu nedenle bina standartlarının uygun olduğu kadar anlaşılır ve uygulanmış olması; imar barışının da yeni bir felaketin yasal kılıfı olmaması gerekir.
Şüphesiz ki inşaat sektörü her zaman canlı bir sektör ve son düzenlemeler ve teknolojik gelişmelerle daha iyi bir duruma geldi. Yine de tedbiri elden bırakmamakta yarar var. İnsan olarak yaşamımızın büyük kısmını binalarda geçiriyoruz. Evdeki yaşamımızın çoğunu da uykuda. Yani yastığımızla. En rahat yastığın da vicdan olduğu söylenir.
Devlet ya da birey olarak sorumluluklarımızı “İnsan hayatının kutsallığı ve yaşamın korunması” ilkesine göre yerine getirirsek iyi uykular dileyebiliriz.
Ya değilse uykumuz bölünür, medet ararız.
- - - -