Çifte gün
Ülkemizde gazetecilerle ilgili kutlanılan iki gün var. Biri 10 Ocak 1961 yılında 212 sayılı kanunla gazete çalışanlarının hak ve özgürlüklerinin belirlendiği gün; 1971’e kadar bayram olarak kutlandığı halde sonradan 10 Ocak Çalışan Gazeteciler günü olarak kutlanmaya başlandı. Diğeri de bugün yapılan 24 Temmuz Basın Bayramı. Bugünün önemi 2. Abdülhamit zamanında 1876 yılından beri gazetecilere uygulanan sansürün 1908 yılında kaldırılmasının kutlanması.
Var mı yok mu oyunu
Yılda bir kere de olsa belirli günleri kutlamak çok yaygın. Ancak sansürün 1908’de kaldırılmış olmasına rağmen 212 saylı yasanın 1961’de çıkması ya da mevcut yasanın düzenlenmesi hakların alınması konusunda hayli gecikmiş bir durum. Bizler “Geç olsun da güç olmasın” demeye alışık bir millet olarak pek çok duruma sağduyuyla, sabırla suskunluk gösteririz. Bu nedenle bir hakkın alınması, alınan hakkın yaygın ve etkin bir şekilde kullanılmasının da zaman aldığını düşünecek olursak pek çok konuda beklemeyi de göze alırız. Ne var ki ülkemizde bazen hak mücadelesi ya da kanunlarla verilen hakların gerisine düşülüyor.
Bugün ne gazete çalışanlarının müktesep hakları korunabiliyor ne de sansürle ilgili olumlu bir durumun olduğundan söz edemeyiz. Eskiden yerel-ulusal olarak adlandırılan basın, yandaş-muhalif basın olarak ikiye ayrıldı. Oysaki haberin ne’liği doğruluk üzerine kurulması kadar özellikle gazete yazarlarının yorum yapma hakları da doğal hak ve sorumlulukları arasında yer alır. Gazeteci gerek yaptığı haberde gerekse yazdığı makale ya da gazete yazılarının tamamında yorum yapabilir, eleştirebilir, övebilir, yerebilir. Ancak bugün gelinen noktada kalem incinmiş, sansür ve özlük hakları “var mı yok mu?” oyununa dönmüştür.
1980 Sonrası
1980 öncesinde basın sahiplerinin çoğu gazeteci kökenli idi. 1980 sonrasında ise sermaye sahibi herkesin basında da iş yaparak kendi gücüne güç katma yarışına girdiğini görüyoruz. Entelektüel kaygınız olmadan; muhabirsiz gazete, yazarsız dergi, yönetmensiz TV sahibi olabilir ve habercilik yapabilirsiniz. Birkaç ajansa üye ol, bir editör bul bu kişi fotoshop bilsin, yazı yazsın, mizanpaj bilsin iş yürüyor. Eskiden gazete ve dergiler, yazarlarıyla aranırdı, kalem önemli bir şeydi. Bugün ise “sahibine göre kişneyen at” misali, kalem sahibine göre dilleniyor.
Teknolojiyle evrilen habercilik
Basılı ve görsel medyanın yeri giderek teknolojik gelişmeyle internet haberciliğine bıraktı. Ajanslardan sağlanan haberlerin yanı sıra özellikle haberin ertesi güne kalmadan anında canlı ya da görselle haberleştirilmesi giderek basılı yayınları ikinci planda bırakıyor. Erişim açısından da basılı yayının dağıtımında yaşanan sıkıntı ve zorluk her geçen gün bu alanı yok oluşa itiyor. Diğer yandan internette bir anda milyonlarca kişiye ulaşılabiliyor.
İster basılı ister internet üzerinden yayın yapın gazetecilik oturduğunuz yerden yapılabilecek bir iş değil. Ama bu alanda da kötü örnekler var. Birkaç ajansa üye olun, masanızın başında yerel yönetimler ve resmî kurumlardan da hazır haberler gelsin; siz sadece yönlendirin, hiçbir haberi takip etmeden internet gazetesi çıkarabilirsiniz. Şehrimizde de bunun örnekleri çok. Sahada eleman çalışmadığı halde hatta kendileri resmî kurumlarda çalıştıkları halde gece gündüz mesai gerektiren bu işin nasıl sahibi olunuyor ya da yürütülüyor doğrusu hayran kalıyorum.
Söz mü son mu?
Bugün basılı yayının sonu geldi mi? Gazetecilerin durumu, tutuklu gazeteciler, sansür vb konular yeniden tartışılacak.
İster basılı ister internet alanında basında yer alalım; habere de yazıya da “söz” can verir. Ancak bu sözün “başkasına verilen sözle” evrilmesi gazeteciliği de yazarlığı da kendi dinamiği bunu istemese de işi sona yaklaştırıyor. Bu nedenle bugün asıl konuşulması gereken konu; günün aslına uygun olarak “sansür” konusunun tartışılmasıdır. Bunun sadece siyasi zemin üzerinden tartışmak yeterli olmayacaktır. Çünkü siyasette mağdur olsanız da verilen mücadelelerle haklar yeniden kazanılabilir. Ancak büyük ya da küçük sermeye fark etmez; kalem üzerindeki manevra alanının yarattığı gizli sansürle nasıl başa çıkılacak bu konuda konuşmak daha elzem olacak.
“Yazıyor! Yazıyor!!”
Gazetecilik dendiğinde Türk filmlerinde “Yazıyooor! Yazıyor!” diyerek koşturan çocuklar gelirdi aklıma. Şimdi ise fotoğrafın daha da büyük olduğunun farkındayım. Siyah beyaz fotoğraf yerini renkli ofset baskılara, renkli ekranlara taşıdı. Büyüyerek, kirlenerek ve kanayarak yeni görüntüler oluştu. Yine de fırsat bilip tüm basın çalışanlarının, 24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramını kutlar; kalemlerinin incinmemesini dilerim.
- - - - - - -