Hekimlerden anladığım kadarıyla virüsler bitkilere benziyor. Bitki kök salacağı bir ortam olmadığında nasıl kuruyorsa, virüsler de bir konak bulamadığında uzun süre yaşayamıyor. Fakat bir konak bulduğunda oraya yerleşiyor ve hızla yayılıyor. Tıpkı ayrık otu gibi… Ayrık otu girdiği tarlayı nasıl istila edip ekin vermez hale getiriyorsa, virüs de konakladığı organı istila edip iş göremez hale getiriyor.
Ancak insan vücudu onun ne olduğunu, niyetini anlıyor ve etkisizleştirip yayılmasını önlüyor. Vücudun bu yeteneği bağışıklık sistemi olarak tanımlanıyor. Sistem, yine anladığım kadarıyla, son derece büyük bir arşive sahip; ne bulaşmışsa fişliyor, doğal olarak vücuda dışarıdan sızan herhangi bir canlıyı arşiv taramasıyla tanıyor, dost düşman ayrımını yapıp, düşmansa, yine arşiv bilgisiyle (hafıza ve öğrenme) onu derhal etkisiz hale getiriyor. Buna karşın virüsler de boş durmuyor, sık sık kılık değiştiriyor ki buna da mutasyon diyorlar. Geniş arşiv, güçlü hafıza, dostunu düşmanını tanıma ve hızlı karar ile gereğini yapma yeteneği, güçlü bünye olarak tarif ediliyor.
Toplumsal bağışıklık sistemi de benzer şekilde işler. Sosyal yapılar yaşadıkları sorunlar için çözümler geliştirir. Geliştirdikleri çözümler toplumsal hafızaya işlenir ve bu bir öğreti olarak nesillerden nesillere aktarılır. Bu birikimle gelişen öğretinin adı örf veya töre; korunduğu yer aile ocağıdır. Yani sosyal bağışıklık sistemi olan örf, aile ocaklarında nesilden nesile aktarılarak; kademe kademe gelişip, kadim öğreti olarak geleceğe uzanır.
Türkler, bir ırk veya soy ile kendini dar bir coğrafyada izole etmediğinden, açık bir toplum olarak heterojen bir millettir. Farklı ırk veya coğrafyadan toplumsal yapıya sızan veya karışanlar, önce ailelerin münasebeti ve karşılıklı etkileşimle tanımlanır ve sosyal hafızaya işlenir, bu bir yandan sosyal bağışıklık sistemini (örf; açık ve yaygın bilgi, öğreti) daha da güçlendirirken diğer yandan sızan veya karışan unsurları mayalar. Böylece birbirini mayalayan nesiller tek millet olmanın gereklerini yerine getirebilir.
Kur’an’da nesilleler karine olarak zikredilir, yani evvelini sonrasına bağlayan… Bu çerçeveden bakınca “örfün karinesi aile ocağı”, “aile ocağının karinesi kadındır” iddiasına itiraz edecek yoktur sanırım. Ömründe okul görmemiş kadınların yetiştirdiği nesillere olan özlemi başka nasıl açıklarız?
Günümüzde kadını erkekle kıyaslayarak tanımlamaya çalışan cinsiyetçi sapkın ideolojileri dikkate almaz isek kadını anlatan belki de en doğru ifade toplumu mayalama becerisidir. Bazen anne, anneanne, babaanne; bazen hala, teyze, abla kimliği ile nesilleri örf ile mayalayan kadındır. Kısaca toplumun bağışıklık sistemi kadının ailedeki kimliği ile kaimdir.
Kadını bütün kimliklerinden çıkartıp “partner” olarak tanımlayan, aileden kopuşunu kadının özgürleşmesi olarak sunanlar!...
Bunlar kim ve amaçları ne?
Sosyal bağışıklık sistemini anlamak için bu soruların cevabı önemli.
FETÖ elebaşı “falanca zat bir alüfteyle buluşacak, derhal o zata haber verin, bir komplo olabilir” mealinde sözleri günlerce medyada dolandı ve duymayan kalmadı; çok değer verdiğim bir büyüğüm ki FETÖ elebaşına o yıllarda “çağımızın Ahmet Yesevisi” diyecek kadar saygı duyardı, beni aradı ve “kim bu adam!..” Dedi… Sonra devam etti “bir kişinin bir kadınla kötü bir iş için buluşacağını iki kişi bilebilir; birincisi o kadını pazarlayan p…k; ikincisi istihbarat örgütleri… Sence bu adam hangisi?..
Bir gün önce Ahmet Yesevi mertebesi, ertesi gün p…k veya istihbarat örgütlerinin kuklası…
Malum şahıs, muhtemelen attığı iftiranın ne anlama geldiğini bile bilemeyecek kadar münkirdi; iftira atıp ardından kendince ıslah edici bir ikazda bulunduğunu sandı ama, arif olan onun ne mal olduğunu anladı: Çünkü, Ahmet Yesevi ve onun öğretisine sahip olanlar (töre ve örfü bilenler) hiçbir kadından alüfte diye bahsetmezdi. Hiçbir Türk (ister kadın ister erkek), kadını kimliksiz, erkeğin partneri, herhangi bir oyunun nesnesi olarak görmez. Ne Dede Korkut hikayelerinde ne de Anadolu menkıbelerinde böyle bir çirkinliğe rastlanmaz.
Kaldı ki böylesi bir cürme teşebbüs varsa kadının haysiyetini korumak erkeğin makamından daha önemlidir. Zira bir kadına zina isnat eden ama 4 şahit getiremeyene 80 değnek ceza verilir ve bir daha tövbe edinceye kadar şahitliği kabul edilmez. Yani malum zat, gerçekten iddia edildiği gibi biri olsaydı, aklı sıra büyük zatı koruyacağına o alüfte dediği kadına haber gönderip, kendini koruması gerektiğini söyler ve konuyu ifşa etmezdi.
İşte FETÖ elebaşını seneler sonra ele veren bu oldu. Binlerce cilt kitap okuyarak her şeyi sular seller gibi ezberleyip, biraz hitabet biraz da cezbe ile insanları etkileyebilir ve gizlenebilirsiniz, ama bir kadına alüfte denilemeyeceğini ancak ocak sahibi bir kadından öğrenebilirsiniz. Hayatında tek sayfa kitap okumamış ama bir kadının ocağında mayalanmış her kes bunu bilir. Yani örfle mayalanmayan, “kitap yüklü merkepten” başka bir şey olmaz.
Neticede toplum, kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş FETÖ gibi bir yapıyı hızla kustu. İşte sosyal bağışıklık sistemi böyle bir şey…
Ordularınız, donanmanız hatta beş kuruşluk bir hazineniz bile olmayabilir; tüten tek bir ocak, vatanı yeniden imar için yeter… Mayalamak böyledir. Tarih örnekleriyle doludur.
Şunu herkes kabul eder ki kadın yoksa aile ocağı yoktur. Aile ocağı yoksa sosyal bağışıklık biter.
Kadını aileden sökmek isteyenler, sözüm ona kadını daha özgür, daha eşit ve sosyal hayatta daha aktif yapmak peşindeler… Herhalde gerçek niyetlerini açıklayacak değiller. FETÖ gibi…
Kadın ve erkek birlikte insandır. Birisi kadın haklarından bahsedip, kadının özgürleşmesiyle devam ederek, kadınlara aile içinde haksızlık yapıldığı vb. saçmalıklardan bahsederse bilin ki o kişi ya Türkleri ya aileyi ya da kadını bilmiyordur.
Ya da…
…
Arif olan anlamıştır.