Hayatı kelimelerle anlatırız ve anlamlandırırız onu yine kelimelerle, günün sonunda ise ifadeler kalır geriye, niyetlerimizi anlatan... “Neye niyet, neye kısmet” dediğimiz de olur elbet, lakin zamana vurunca yaşadıklarımızı, değişmeyen gerçektir; “hep ileriye doğru yaşarız, geriye doğru da anlarız” hayatlarımızı ve geriye doğrudur yine, ancak ve ancak anlaşılırsak eğer anlaşılırız.
Kelimesi konunun “sürdürülebilirlik” olunca da, yerküre “dünyamız” nereye gidiyor anlamak için, geriye doğru bir bakmak gerekir olan bitenin hem bizimle olan, hem de bizden önceki tarihçesine. Tabii daha önce kelimenin kendisini tanımak gerekir ki; az lügata çok şey anlatır olsun.
Türkçe literatürde genel kabul gören birebir karşılığı olmamakla birlikte, “sürekli [daimi, mütemadiyen, devamlı, kesintisiz] olma kabiliyeti veya becerisi” şeklinde tercüme edebileceğimiz “sürdürülebilirlik” kavramı, Latince “sustain” sözcüğüne karşılık gelmektedir. Bu kavramın İngilizce’ye geçişi de oldukça yakın zamanda olmuştur. İlk kez Oxford Dictionary’nin online versiyonu tarafından 1980’lerin ortalarında kullanılmış ve burada da sürdürülebilirlik; “belli bir oranda veya düzeyde devam ettirilebilme” şeklinde telâffuz edilmiştir.
*İngilizce karşılığı “sustainability” olan sürdürülebilirlik kavramının günlük dilimize ilk girişi ise, 1987 yılında BM Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu [WCED] tarafından hazırlanan “Ortak Geleceğimiz” başlıklı “Brundtland Raporu” vesilesiyle gerçekleşmiş ve bunu takip eden günümüz yıllarında da oldukça popüler bir hal almıştır. Söz konusu raporda sürdürülebilirlik kavramı, “sürdürülebilir kalkınma ekseninde” ele alınmış ve “gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılama olanaklarını tehlikeye atmadan, bugünün ihtiyaçlarını karşılayan kalkınma” şeklinde tanımlanmıştır. (*Sürdürülebilirlik Üzerine Tarihsel ve Güncel Bir Perspektif, EYD 2018)
Brundtland Raporu ana fikrinde sürdürülebilirlik kavramına ilişkin şu önemli tespitlerde bulunulmuştur: “Bugünkü gereksinimlerimiz, gelecek kuşakların kendi gereksinimlerini karşılamalarına olanak sağlayacak şekilde karşılanmalıdır. Diğer bir anlatımla bugünün sağlanan yaşam standardı, ekonomik açıdan gelecek kuşakları herhangi bir sıkıntıya sokmamalıdır. Ancak bugünkü yaşam biçimi ve ekonomik anlayış devam eder ve doğal kaynaklar yok olursa, o zaman gelecekteki yaşam standartlarının kaynakları da yok olmuş olacaktır” (WCED, 1987: 43).
Hızla akıp giden zaman içinde bugün geldiğimiz noktada ise dünya artık “hiç atık çıkarmayan, enerjisini yenilenebilir kaynaklardan üreten, sıfır karbon salınımı yapan sürdürülebilir şehir yapılanmalarını” konuşuyor. Kulağa imkansız gibi gelse de, gerçekten inşası devam eden böyle bir şehir planı ve yapılanması da günümüzde var. Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait bu “rüya şehir” halihazırda tamamı hükümete ait Mubadala şirketi tarafından inşa ediliyor. 2006 yılında yapımına başlanan, Abu Dhabi’ ye 17 km uzaklıkta ve 6 kilometrekarelik alana kurulan bu küçük şehrin adı ise “Masdar”. Kelime anlamı “kaynak” olan Masdar’ın bugün 1.300 olan nüfusu, tamamlanacağı 2030 yılında 50.000 yaşayan sayısına ulaşacak şekilde planlanmış.
Şehir 10 MW’ lık enerji üretebilecek güneş tarlalarına sahip. Kendi elektriğini sağlamakla kalmayıp, ülkenin başkenti Abu Dhabi’ye de enerji desteği sağlıyor. Şehirde sıfır enerjiyle rüzgarı yakalayıp yer seviyesine indiren doğal klima etkisi yaratan rüzgar kuleleri bulunuyor ve bu yapı Ortadoğu’nun yakıcı sıcağında “hiç enerji harcamadan” şehri serinletebiliyor.
Masdar şehrinde ulaşım ise “sıfır karbon salınımı” noktasında Personal Rapid Transit – PRT (Kişisel Hızlı Ulaşım) sistemiyle sağlanıyor. Elektrikli araç filoları barındıran bu sistem insansız, sabit hız ve rotalardan oluşuyor. Sistem kullanılabilirliği ve taşıt güvenilirliği sırasıyla % 99,6 ve % 99,9’a ulaşmış. PRT sistemi her gün saat 06.00’dan gece yarısına kadar günde 18 saat çalışabiliyor. Bu araçların bataryası 1,5 saatte doluyor. Dolu bataryayla 60 km gidebilme özelliği taşıyan bu araçlar herhangi bir raylı sisteme ihtiyaç duymadığı için rota değişiklikleri kolaylıkla yapılabiliyor. Böylece “sıfır emisyonla” sürdürülebilirlik kavramını taçlandırıyor.
Günümüz dünya yaşam şartlarına göre gerçekten hayal şartlara şimdiden sahip olan Masdar Şehri, ayrıca her yıl Ocak ayında düzenlenen “Abu Dhabi Sürdürülebilirlik Haftası”nın sonunda aile temalı bir festivale de ev sahipliği yapıyor.
Peki, şimdi ve bundan sonrasında dünya daha nerelere doğru yol alacak sürdürülebilirlikler okyanusunda ve biz bu konunun neresinde, nasıl yer alacağız, neler yapmamız gerekecek acaba, bir düşünelim.
İngiliz atasözü “Eylemin sesi, söylemden daha yüksek çıkar (Action speaks louder than words)” der, tıpkı bizim “Ayinesi iştir kişinin, söylediği lafa bakılmaz” sözümüzde olduğu gibi. Artık sürdürülebilirlikleri konuşmaktan öte, “sürdürülebilirlikleri sürdürülebilir kılmak” üzere ses getirmek, bu yönde tüm dünya birlikte harekete geçmek konuşulacak. Bu da yetmeyecek, konu artık “derin sürdürülebilirlikler” kavram ve noktasına taşınacak, bu eksende tartışılacak. Yapılan her şey, atılan her adım tekrar ve tekrar, yine bu dünya için, gelecek nesiller için sorgulanacak. Hiç bir zaman “başlamış olmak, bitirmiş olmak anlamına gelmeyecek”. Her birimizin hem özelimizde, hem kurumsal hayatlarımızda daha fazla durum güncellemesi ve sorgulaması yapması gerekecek. Yeni dünya düzeninde derin sürdürülebilirlikler söz konusu olduğunda, mevzular sadece “konuşulabiliyor” olmaları üzerinden değil, sadece kısmi yada yüzeysel uygulama örnekleriyle değil, gerçekten “derin” ve “etkileri vadeye yayılan faydalar” sağlamaları yönünde ele alınacaklar.
Bundan sonrası dönemde ürünler “nitelikleri” açısından her gün çok daha fazla sorgulanacaklar. “Var olmaya”, fiziksel olarak var olmak yetmeyecek. Faaliyetlere, aksiyonlara, içeriklere daha fazla bir “anlam” kazandırmak gerekecek. Derin sürdürülebilirlikleri doğa ve çevre faktörler açısından ele aldığımız kadar, işletmesel tüm faktörler ve oyuncular açısından da hep birlikte ele almak durumunda olacağız. Tüm kaynaklarımızı “iğneden ipliğe” diye söze başlanan ve tüm sektörleri içine alan model, anlam ve içerikte ele almamız gerekecek. Aynı şekilde, parçası da olduğum turizm ve otelcilik sektöründe de bunu “kürdandan peçeteye”aynı şekil ve disiplinde uygulamak gerekecek. Her bir kalem “kaynağın” kullanılması noktasında, çok ince detaylarla yol haritamızı belirlemek ve bunu da kaynakları kullanma, icra etme noktasında olan “çalışan arkadaşlarımıza” çok iyi anlatmamız gerekecek. Eş zamanlı olarak da, ortaya koymaya çalıştığımız “hizmet” eylemini bu yüklediğimiz anlam ve titizlikte, “hizmeti alan” nihai tüketiciyle de etkili ve transparan bir şekilde paylaşmamız gerek olacak. En nihayetinde ise derinlik felsefeleri ile güncel hayat gerçekleri birleşecek, “ne kadar yükseleceğimizi hep birlikte, ne kadar derinlere indiğimiz” belirleyecek, diğer bir deyişle, “derinliğimiz yeni yüksekliğimiz olacak”.
Söz uçar, yazı kalır. Yaşanabilirliği devam eden bir dünya için, gelecek nesillerimiz için, çocuklarımız için, bu kısa ömrümüzde tarihte bir iz bırakabilmek için, gezegen “dünya” için gün bugün, ve şimdi, karar vaktidir.
Başlangıçta olduğu gibi yine soralım ve çok anlamlı bir “son söz” ile bitirelim.
Siz de acaba “sürdürülebilirleştirebilebildiklerimizden misiniz?”, yoksa “sürdürülebilirleştirebilemeyeceklerimizden misiniz?”
Son söz: “Biz dünyayı dedelerimizden miras değil, torunlarımızdan ödünç aldık.” Kızılderili Atasözü
Kalın hep “sürdürülebilir” sağlıcakla...