Milli Mücadele Edebiyatı, 1919-1922 tarihi yılları arasını kapsayan inanç, kararlılık, özgürlük ve bağımsızlık değerlerinin öne çıkarıldığı bir dönemin adıdır. Bu dönem, şair, yazar ve düşünce insanlarının tek bir ideal etrafında birleştikleri devirdir. Temel inanç, misak-ı milli içinde Türk milletinin hürriyet ve istiklalini sağlamaktır. İstiklal Savaşı; Gazi Paşalarla Gazi Kalemlerin ‘’Ya İstiklal Ya Ölüm’’ parolasıyla yola çıkmaları ve bu şanlı mücadeleyi zaferle taçlandırmalarıyla sonuçlanmıştır.
Bu dönemden başlayarak günümüze kadar etkisi devam eden Milli Mücadele Edebiyatı, romantizmle realizmin iç içe girdiği edebi eserlerin meydana getirildiği bir kültür ve sanat alanıdır. Bu döneme ait sadece edebi eserler değil, sanatın her türlü ürünü verilmiştir. Böylece ölüm-kalım anlamında oluşan bu dönem, Türk milletini derinden etkilediği gibi sanatçılarını da tesiri altına almıştır. Gerçek sanat, toplumuyla bütünleşir. Zira sanatçı, toplumunun aynasıdır.
Milli Mücadele Edebiyatında Eskişehir’in yerini belirtmek için Madame Tadia Otelinden başlamak gerekmektedir. Zira Milli Mücadele yıllarında Kuva-yı Milliye’ye destek veren pek çok şair ve yazar, Avrupalı bir kadın olan Madame Tadia tarafından işletilen otelde kalmışlardır. Madame Tadia, adını taşıyan otelini 1890’da Eskişehir istasyonuna yakın yerde açmıştır. Halide Edip, Salih Zeki, Binbaşı Tevfik, Şemsettin Bey, Ruşen Eşref, Yusuf Akçura, Yakup Kadri, Hariciye Vekili Bekir Sami Bey gibi Milli Mücadele’nin ünlü isimleri bu otelde kalarak Milli Mücadeleye tanıklık etmişlerdir.
Halide Edip, Milli Mücadele’nin devam ederken yazdığı “Ateşten Gömlek” adlı romanının kahramanlarını Madam Tadia’nın otelinde kurgulamıştır.
"Odadan çıktıktan sonra Dr. Şemsettin’e onu yeni bir romana kahraman yapacağımı, adını Ayşe koyacağımı söyledim. Doktor gülerek, erkek kahramanın kim olacağını sordu. Henüz bilmiyordum. Kumandanlardan biri, İstanbullu bir genç, belki de Mehmet Çavuş olabilirdi… Mama Tadia’nın kuştüyü yatağına çekildiğim zaman uyumadan önce bunu düşünüyordum. Fakat Eskişehir’deki vazifem zihnimi o kadar meşgul etti ki Ankara’ya dönünceye kadar bir karara varmadım. Ankara’da derhal romana başladım."
Ateşten Gömlek romanının konusu şöyledir:’’ İzmir'in işgali sırasında kocası ve çocuğu düşman tarafından öldürülen Ayşe, İstanbul’a akrabası Peyami’nin yanına gelir. İkisinin yanına Binbaşı İhsan da katılır ve Anadolu'ya geçerler, amaçları Kuvâ-yi Milliye’ye hizmet etmektir. Ayşe, Eskişehir Asker Hastanesinde ve Polatlı Sahra Hastanesinde hemşire olarak çalışır. Bu arada hem Peyami hem de Binbaşı İhsan Ayşe’ye âşık olur. Bu aşk her ikisi için de ateşten bir gömleğe dönüşür. İhsan ve Ayşe cephede ölürler, yaralanan Peyami, kafasında kalan bir kurşunla Ankara Cebeci Hastanesinde "ateşten gömlek" ismini verdiği anılarını yazmayı tamamlar ve kafasındaki kurşunun çıkarılması için girdiği ameliyatta hayatını kaybeder.’’
17 Mayıs 1919’da Odunpazarı’nda gerçekleştirilen ve 10 bin Eskişehirlinin katıldığı mitingde İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi şiddetle tel’in edilmiştir: ’Hiçbir Türk İzmir ve mülhakatı üzerindeki hakkının bu kadar açık bir şekilde ihmal edilmiş olmasına boyun eğmeyerek ve millî ülkümüz hiçbir akıbetten çekinmeyerek bedbaht İzmir’in hakkını aramakta devam edilecektir. Felaket dakikalarında tek dil ve tek ses olmayı Allah’ın emirlerinden kabul addeden Türklerin son emeli İzmir’dir. ‘’
Tetkik-i Mezalim Heyeti, Yunan işgalinin yarattığı yıkımı yerinde görmek ve bunu raporlamanın yanı sıra içinde barındırdığı büyük kalem ustalarının varlığından olsa gerek, geziler sırasındaki gözlemlerin neticesinde çıkmasına vesile olduğu büyük edebiyat eserlerinin bulunmasından dolayı da oldukça önemli bir tarihi hadisedir.
Bu heyetle birlikte yapılan gözlemler neticesinde Halide Edip 1923’te ‘Vurun Kahpeye’yi, Yakup Kadri ise 1932’de ‘Yaban’ı yazmıştır. Halide Edip gördüklerini hiç bekletmeden yazıya dökerken, Yakup Kadri uzun süre gördüklerini hafızasında saklamış, Cumhuriyet sonrası kurulan hükümette çeşitli görevler almış, bu görevlerin icrası sırasında yaptığı diğer Anadolu ziyaretlerinde gözlemlerini pekiştirmiş ve neticesinde 1932’de Yaban’ı yayınlamıştır.
Yaban’ın konusu şöyledir; Ahmet Celâl, bir paşa oğludur. Yedek subay olarak katıldığı 1. Dünya Savaşı’nda bir kolunu kaybetmiştir. Daha otuz beş yaşına basmadan kendisi için her şeyin bittiğini hissetmektedir. İstanbul’a İngilizlerin girmesi üzerine oraya dönemez ve emir eri Mehmet Ali’nin çağrısına uyarak onun Orta Anadolu’nun Porsuk Çayı kıyısındaki köyüne gidip yerleşir. Köylü için Ahmet Celâl bir “Yaban”dır. Romanda, Yaban olarak adlandırılan Ahmet Celâl’in başından geçen olaylar anlatılır.
Atatürk’ün fedakarlıklarını övdüğü Eskişehir, Nutuk’ta da yer almıştır.Nutuk’ta Eskişehir, 5 alt başlıkta işlenmiştir. Bunlar; “Millî Mücadele sürecinde Eskişehir cephesi ve cephe gerisindeki olaylar, Eskişehir ekseninde adı geçen kişiler, mekânlar, süreli yayınlar ve Atatürk’ün Eskişehir’e gelişleri” şeklindedir. Nutuk’ta cephe gerisindeki olaylardan bahsedilirken Eskişehir’in “demiryolu” özelliği Millî Mücadele’nin seyrini tayin edecek önemli, kritik bir nokta olarak vurgulanmıştır.
Eskişehirli şair İzzet Ulvi Bey (Akyurt), İstiklal Savaşına fiilen katılmış olup Yunan işgaliyle ilgili şiirler de yazmıştır. Bunlardan birisi olan ‘’Eskişehir’den Gelen Ses’’ başlıklı şiirdir:
Al sancağa hasret kaldık,
Kaygılara, yasa daldık,
Zalimlerden çok bunaldık,
İmdat senden şanlı ordu,
Aman kurtar güzel yurdu.
Katil Yunan can yakıyor,
Camilere haç takıyor,
Porsuk suyu kan akıyor,
İmdat senden şanlı ordu,
Aman kurtar güzel yurdu.
Eskişehir şimdi viran,
Ne ırz kaldı ne mal ne can
Ah yok mudur cankurtaran
İmdat senden şanlı ordu,
Aman kurtar güzel yurdu.