“Gerçek değil bu yalnızca bir öykü”
Eskişehir Şehir Tiyatroları, 2001 yılında “Bir Şehnaz Oyun” ile ilk müzikalini sahnelemişti. Bunu Resimli Osmanlı Tarihi, Kantocu, İstanbul Efendisi, Kanlı Nigar izledi. Bu yıl “Bir Şehnaz Oyun” yeniden sahnelendi. Şehir Tiyatrolarının müzikal alandaki en büyük başarırlından biri de “Lüküs Hayat”ı sahnelemesiydi. EBB Senfoni Orkestrasıyla birlikte sahnelenen oyun her zaman kapalı gişe oynadı
EBB Şehir Tiyatroları, bu başarılarına şimdi bir yenisini ekledi. İngiliz “ yazar Willy Russel’in yazdığı Kan Kardeşler( Blood Brothers) adlı oyunu sahneliyor. İlk kez yabancı bir müzikali sahneleyen Şehir Tiyatroları oyuncuları müzikaldeki başarılarını daha da yukarı taşıyor. Şehir Tiyatroları oyuncuları, her oyunda kendilerini daha da yukarı taşıyor. Kan Kardeşleri’nin tiyatrodaki diğer yorumlarını görmedim ama yönetmen olarak Korel Cezayirli’nin yorumu ve dekorların kullanımı da dâhil başarılı bir oyun sergiliyor. İlk kez yabancı bir müzikalin sahnelenmesini üstlenmekle de oldukça cesur davranmış.
Kan Kardeşleri, 1960’lı yılların İngiltere’sinde geçiyor. Sonu baştan belli trajik bir hikâye. Oyunu izlerken bu trajedinin yalnızca bir kahraman üzerinde değil oyunun tüm kahramanlarının yaşamlarının bir trajedi olduğunu görüyorsunuz. Oyunda sınıfsal farklılık, sorunların temeli olarak vurgulanıyor. Kan Kardeşler, oyununda her ne kadar oyun birbirinden ayrılmış ikiz kardeşlerin öyküsü ise de kadınların öyküsü de oyunun tam merkezinde duruyor.
Kardeş olduklarını bilmeyen ve aynı mahallede büyüyen iki çocuk. Biri ne düşlüyorsa diğeri ona sahip ikizler. Aynı sokakta bir zengin, diğeri fakir ama Marilyn Monroe’ya benzetildiği için her şeye rağmen hayallerini ayakta tutmaya çalışan bir kadın. İki erkek arasında duran bir genç kız. İşinde gücünde, büyüdükçe daralan bir koca. Rüyalarını süsleyen çocuğu sahip olmak istedikçe onu yitiren, korkularına yenilen bir kadın.
Fakir ve zengin mahalleyi; iki kadın Bayan Johnstone ile Bayan Lyons’u bir sokak ayırıyorsa da oyunun başında aynı düzemdedir. Biri diğerine temizlik yapsa da sorunlarını paylaşabilecek kadar yakındırlar. Bayan Johnstone, ikiz doğuracaktır ve kaygı çekmektedir. Bayan Lyons’un da çocuğu yoktur. Bayan Lyons, “ocuğunu her zaman görebilirsin birlikte büyütebiliriz” diyerek Bayan Johnstone’u ikizlerden birini vermeye ikna eder. Anne, buna inanır; hem doğacak çocuğunun rahatı hem de diğer çocuklarına “ekmek” götürebilmek için çocuğunu verir ve karşılığında para alır.
Aynı düzlem içindeki kadından birine devlet bir ev verdiği için taşınır, diğeri de çocuğunu annesinden uzaklaştırmak çocuğa daha da fazla sahip olabileceğini düşünerek taşınır. Taşındığı yer önce sadece uzak iken sonra zengin ailenin evi, fakir ailenin oturduğu evin yukarısında yani tepede olduğu söylenir. Sınıfsal farklılıkların 1960’lı yıllar sonrasındaki seyri de bu değil miydi? Zengin- fakir önce aynı düzlemde idiler. Fakir kadınlar, zengin kadınların çamaşırlarını yıkıyorlarsa da onların sofralarında gönül sohbetleri edilebilirdi. Bu ayrışma önce uzaklaşmayla başladı daha sonra alttakiler-üsttekiler şekline dönüştü. Dönüştü dönüşmesine de yukarıda durmak herkes için güvenli değildir. Düşmekten korkarsın. Oysaki hayatın kıyısındaki insanların çoğu uçurumun kenarında bile bir umudun peşinden gitme çabası gösterebilir. Bayan Johnstone gibi. Byan Lyons’un fakir kadına, “Sen sürekli beni takip ediyorsun” sözlerinde hem sınıfsal olarak durduğu yerden hem de tüm çabalarına rağmen anneliğinden emin olamamak konusundaki kaygıları vardı.
Sınıfsal farklılık çocukların oyunlarında çok fazla belli etmez kendini. Tıpkı Mıckey ile(fakir çocuk) Edward’ın(zengin çocuk) oynadığı zamanlar gibi. Zengin çocuğunun şekerinin olması ve arkadaşıyla bunu paylaşması olağan sayılır. Fakir çocuk kısmen hayıflansa da bundan o yaşlarda şikâyet etmez. Ancak kadınların ev değiştirmesinde nasıl sınıfsal farklılık arayı açıyorsa da zengin-fakir iki çocuğun oyununda da makas gitgide açılır.
Genç kız Linda fakir çocuk Mickey’i sever ama ondan beklediği güzel sözleri duyamaz. Edward, önce Mickey’e bunu nasıl yapabileceğini anlatırsa da durum giderek kızın kendisine sürüklenmesine neden olur. Çünkü Mickey suç işleyerek hapse düşer; önce depresyona girer daha sonra da hap bağımlısı olur. Linda, Mickey’nin düzelmesinden umudu kesilince; aşkı içinde acı çekmeye başlar, Aşkın acısı, çoğu kez yaşadığımız şeylerin sancısı değil, yaşayamadığımız şeylerin boşluğu değil midir? Linda da bu boşlukta Edward’a sürüklenir. Bu aşk, her iki kardeşin sonunu hazırlar ve Mickey Edward’ı öldürmek isterken kendi de vurulur.
Oyunda, Zafer Ergül, anlatıcı rolündeydi ve oyunun atmosferinde gerilimi tırmandırmada söyledikleri repliklerle oyunu sürükledi. Ses tonu ve duruşuyla yarattığı şoklarla oyunun içindeki oyunlara geçişi sağladı.
Müzikal deyince Şehir Tiyatrolarının vazgeçilmez oyuncusu Elif Melda Yılmaz, bu oyunda da sahnede adeta devleşti. Bir annenin diğer evlatları için diğerinden vazgeçmek zorunda kalmasının dramatik duygusunu, gerek söylediği şarkılarla gerekse de oyunculuğuyla çok gerçekçi bir biçimde sundu. Oyunda Umut Bazlama, Mickey rolünde zorlu bir rolü başarıyla oynadı. Yer yer bıçkın yer yer utangaç delikanlı rolünün yanı sıra, işçi hasta ve çıldırmış koca olarak değişen rollerini ustalıkla sergiledi. Berkay Gökçek’i izlerken “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” oyunundaki Efruz geldi aklıma. Efruz, zenginliğinin farkında ve şımarıklığı seviyordu, anca Edward, her şeye rağmen duygusallığını korumaya çalışan bir karakter olarak karşımıza çıktı.
Oyunda öğretmen rolüyle Savran Perk’in adını anmadan geçemeyeceğim. Victorian bir öğretmeni çok iyi canlandırdı ve oyunda farklı bir nefes olarak durdu. Nagehan Orhan, gerek evlenmek isteyen bir kızı; gerekse de kocasını seven bir kadın olarak başarılı bir oyun çıkardı. Bayan Lyon rolündeki Çiğdem Altuğ ve Bay Lyons Murat Danacı da oyunun bütünselliğinde önemli bir durum aktarımı yaptı. Oyunun müzik direktörü Aytuğ Ülgen, fabrika sahnesinin müzikli yorumuyla oyunu, tıpkı anlatımlarda Zafer Ergül’ün yarattığı gerilimi tepe noktaya çıkardı.
Oyunun başlangıcında her ne kadar “Gerçek değil bu yalnızca bir öykü” diyorsa da oyunun sonunda görüşünüz değişiyor.
Hayır!
Hayır!
Hayır!
Bu yalnızca bir öykü değil; gerçeğin ta kendisi!
- Kan Kardeşleri, 12-13 Mayıs günlerinde Saat 20.00’de Opera sahnesinde izleyebilirsiniz.