Türk kozmogonisinde güneş, hilal ve yıldızın önemli bir yeri vardır. Bu yüzden güneş, hilal ve yıldız, proto-Türklerden başlayarak Göktürk, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde Türk sembolleri arasında kullanılmıştır. Kaya resimlerinde ve Göktürk paralarında bu üç timsali görmek mümkündür. Oğuz Kağan destanında geçen;
“Daha deniz daha Müren
Güneş bayrak gök kurıkan” söyleyişi bunun kanıtıdır. Oğuz Kağan burada, “Daha deniz, daha ırmak. Güneş bayrağımız, gökyüzü çadırımız olsun.” demiştir.
Eskiler, düzensizlik ve başıbozukluk karşısında; “Baş yok, batrak yok.” diyerek liderin ve birlik beraberliğin simgesi olan bayrağın gerekliliğini vurgulamışlardır. Batrak, bayrak kelimesinin ilk şeklidir.
Şurası muhakkaktır ki, hilal ve yıldız hem İslam öncesi hem de İslami dönemlerde Türk milletinin temel simgesi olmuştur. Günümüzde pek çok Müslüman ülkenin bayrağında veya armalarında hilâl sembolü kullanılmaktadır. Hilâl edebiyatta sevgilinin kaşlarını sembolize etmek için de kullanılır.
Hilal motifinin bir sembol olarak VII. yüzyıldan itibaren İslâm dünyasında kullanıldığı görülmektedir Sultan Alpaslan 1064’te Ani’yi fethedince camiye çevrilen katedralin kubbesindeki büyük haç indirilip yerine Ahlat’tan getirtilen büyük bir hilal konulmuştur.
Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü haçlıların elinden geri aldığı zaman Kubbe-tu’s-sahra üzerine yerleştirilmiş bulunan haçı indirip yerine hilal şeklinde bir alem koydurtmuştur. Eski kültürler de yer almış bulunan hilal, Türkler nezdinde İslami bir simge olarak kabul edilmiş, minarelerin alemine takılmıştır. Hilal, daha çok Türklerin etkisinde olan ülkelerin bayrağında mevcuttur.
Hz. Peygamber’e vahiy güneşinden akseden ilahî mesaj ışıklarını insanlık camiasına yansıtan bir ay mesabesindedir. Hakikatin güneşine âşık olan İslam aleminin ay sembolüne karşı gösterdiği ilgi dikkate değerdir.
İstiklal marşımızın birinci dörtlüğünde konu edilen “al sancak” tır. Al sancak, Türk milletinin sembolüdür. Burada şair fikrini anlatırken onun uyandırdığı hayâl ve çağrışımlardan da faydalanmıştır. Türk bayrağının al rengi şairde bir alev izlenimi uyandırmıştır. Bu alev “sönmez”. Zira onun çıktığı kaynak her Türk ailesinin evinde yanan ocaktır. Yurdun üstünde tüten en son ocak kaldıkça, bu bayrağın alevi bu şafaklarda dalgalanacaktır. Şair, bu benzetme ile “bayrak” ile “millet” arasındaki bağlantıyı sanatkârane bir şekilde ifade etmiştir.
Türk bayrağında ikinci sembol yıldızdır. İkinci beyitte şair, bu yıldız ile gökteki yıldızı birleştirir. Gökteki yıldıza kimsenin eli dokunamayacağı gibi, “Türk milletinin yıldızı” olan al bayrağın yıldızına da kimse el süremez. Yıldız kelimesi, aynı zamanda kader, talih manalarına da gelir. Akif’in bu hayallerle belirtmek istediği Türk Milleti’nin ölmezliği fikridir.
Takip eden dörtlükte Türk bayrağının üçüncü sembolü olan “hilal” den hareket edilmiştir. Hilâl kelimesi, eski Türk edebiyatında sevgiliye benzetilir. Türk bayrağındaki hilal, tehlikeler içinde bulunduğu ve kendisini sevenlerden fedakârlık beklediği için, kaşlarını çatmıştır. Eski Türk Edebiyatı’nda sevgilinin karşı umumiyetle aya benzetilir. Şair burada, vatanın timsali olan sevgiliye hilalin gülmesi için yalvarır. Bu millet onun uğruna on binlerce şehit vermiştir. Cumhurbaşkanlığı arması altın sarısı renkteki 16 ışınlı güneş ve güneşin çevresindeki 16 yıldızdan oluşmaktadır. 16 yıldızdan dokuzunun eski Türklerin sancaklarında kullandığı 9 tuğu, 7 yıldızın ise Anadolu Türklerinin sancaklarında kullandıkları 7 tuğu temsil ettiğidir. Resmî kaynaklar 16 yıldız için tarihteki 16 büyük Türk imparatorluğunu, ortadaki güneş için ise Türkiye Cumhuriyeti’ni simgelediğini belirtmektedir.
Mitolojik olarak da güneş ve yıldızlar Eski Türklerde önemli bir yer tutmaktaydı. Güneş, Hunlar ve Göktürkler döneminde hükümdarlık rumuzu olarak görülmekteydi.
Askeri birlikler sancak devir teslim töreninde şu andı içerler:
“Alayımız sancağının mukaddes nöbet sırası sende.
Rengi, mübarek ecdat kanının rengidir.
Kumaşı, şehit tenidir.
Parıltısı, zaferlerin ışığıdır.
Ayyıldız’ı, hürriyet ve istiklâldir.
Yazısı, kahramanlık ve fazilettir.
Gönderi, millî iradedir.
Hamâili, şeref ve mesuliyettir.
Bütün bunlar, Türk milletinden sana emanettir.
Bu büyük emaneti, sana teslim ediyorum. Demir bileğinle onu sımsıkı kavra, kanının son damlasına kadar daima yükseklerde tut. Onu senden sonra sağ kalana teslim etmedikçe son nefesini vermeyeceksin. Bu sancak nesiller boyunca ve ebediyen elden ele verilerek, daima göklerde dalgalanacaktır. Sancak nöbetçiliği, nöbet hizmetlerinin en şereflisi, en kutsalıdır. Bu şanlı sancağı teslim aldığım gibi lekesiz, tertemiz; sana teslim ettiğimin işareti olarak öpüyor ve teslim ediyorum. Nöbetin kutlu ve uğurlu olsun!” diyerek devreder.
Teslim alan komutan da sancağı şan ve şerefle koruyacağına yemin ederek, öpüp teslim alır.
Son zamanlarda bazı kutsal değerlerimize karşı kayıtsızlık ve hatta daha ileri derecede saygısızlık yapıldığını görmek bizleri üzüntülere sürüklüyor. Kendi vatanımızda, kendi devletimizde bu değerlere yapılan saldırıların daha nerelere kadar gideceğini de az çok kestirebiliyoruz. Çok şükür ki,Türkiye Cumhuriyeti lafzının kısaltılmışı olan TC simgesine yapılan kasıtlı hücum duyarlı insanlarımızın gayreti ile şimdilik atlatıldı.Ama daha hazin olan hadiseler bu tür yaklaşımların bir süre daha kampanyalar halinde sürdürüleceği kanaatini uyandırmaktadır.Türk bayrağı yerine Türkiye bayrağı sözünün tekrarlanmasındaki zihinlerde yeni bir depremin meydana getirileceğini haber vermektedir.Aklını ve yüreğini dış güçlere bağlamış olan bazı mankurtlar,bayrağımızın rengini kastederek ecdadımızın kandan beslendiği yalanını ileri sürmektedir.Halbuki bayrağımız rengini şehitlerimizin kanından almıştır.O renkte yabancı bir kan damlası dahi yoktur.Bayrağımızdaki al,vatanımıza saldıran,bağımsızlık ve özgürlüğümüzü elimizden almak isteyen düşmana karşı verilen savaşlarda dökülen Türk kanıdır.Bu ayrımı mandacı ve muhipçi kafalar anlamaktan uzaktır.
Al bayrakta atasının kanı olanlar Türk bayrağının değerini bilirler. Bizim bayrağımız türlü anlamları taşıyan renkli bir kumaş parçası asla değildir. Türk bayrağı, hilali ve yıldızı ile göklerdedir.Onu semadan indirecek bir güçte bulunmamaktadır.
Sömürgeci devletler, Büyük Ortadoğu Projesi adı altında yeni bir Haçlı ruhu ile İslam dünyasını şekillendirmek için kutsallarımızla oynayarak Türk milletinin mukavemet gücünü kırmanın gayreti içindeler.Şimdi bunu bilmenin,anlamanın zamanıdır.Baskı ve yıldırma ne kadar zorlu olsa da biz bu kötü niyetli insanlardan daha inançlı ve daha ümitli olduğumuz sürece zaferin yıldızı temiz alınlarımızda parlayacaktır.
Zaman içerisinde Türk milletinin ümitsizliğe düştüğüne,karamsarlık gösterdiğine,yılgınlık belirtileri sergilediğine tanık olmaktayız. Halbuki en belirgin özelliklerimizden birinin zorlukları aşmayı bilmek olduğunu,tarihin bize bu konuda yüzlerce örnek gösterdiğini deneyerek öğrenmiş bulunduğumuzdur. Türk,her zorluğu aşmayı bilendir.
İstiklal Marşımız KORKMA diye başlar.Bu sözle başlayan marşımız esinlenmesiniYüce Peygamberimizin Hicret sırasında sığındıkları mağarada Hz.Ebubekir’e söylediği ‘’KORKMA’’ deyişinden almıştır.
İnancımızdan, töremizden aldığımız güçle korkmadan, yılmadan, yiğit sesimizle KORKMA diye haykırarak geleceğe güvenle yürümeliyiz.
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.”