Çocukluğumda babamın işi münasebetiyle haftanın 3-4 günü Eskişehir’de kalırdık. Özellikle yaz tatilleri, Eskişehir’e gideceğim için benim iple çektiğim zamanlardı. Zira Eskişehir, 60’lı yıllarda benim küçük dünyamın ‘’Hayâl Şehir’’i olma özelliği taşıyordu. Tarih ve güzelliklerin yansıdığı Odunpazarı, Adalar boyunca uzanan yazlık sinemalar ve çay bahçeleri, babamla beraber iş bitiminde gittiğimiz Eski Hamam, kalabalığın caddeden taştığı Yediler ve ikindi serinliğinde gezip bakmaya doyamadığım kitapçı vitrinleri. Bendeki okuma hevesini bu kitapçı vitrinleri kamçıladı. Sıcaksular’da açık kanalın rıhtımına öğrenciler küçük ikinci el sergisi açarlardı. Orada daha çok çizgi romanlar ve az miktarda edebi eserler bulunurdu. Sergiden aldığım bu kitapları kısa zamanda okur, benim gibi meraklılarla kitap hakkında kısa konuşmalar yapardık. Rahmetli babam okuma, araştırma merakımı sürekli cesaretlendirir, yeni kitap almam için harçlığımı artırırdı.
Ben bir şehri sevmeyi, Eskişehir’den öğrendim. Bir şehir neden, niçin ve nasıl sevilir? Bu sorulara cevap vermek belki mümkün değildir. Çünkü sevmek, duygu ile ilgilidir. Bazen o duyguların sebeplerini izah etmek gerçekten güçtür. Şehrin sevgisi, oranın sizi sarıp sarmalaması, mutlu etmesidir. Şehri sevmekle bir insanı sevmek arasında benzerlikler ve farklılıklar var mıdır? Doğrusu bunun cevabını hiç düşünmedim. Bildiğim ve içimde hissettiğim Eskişehir’i sevmemdi. Burada kendimi ifade edebiliyor ve yabancılık çekmiyordum. Ancak o çocukluk çağımda şehir, beni tanıyor muydu? Bundan pek emin değildim. Çarşı Camiinde secde, Porsuk kenarındaki yürüyüş ve bilgi servetini edindiğim kitapçı vitrinleri gönlümü güzelliklerle dolduruyordu. Ve o zamanlar Eskişehir’in bir ruhu vardı. Çarşılar, pazarlar, cadde ve sokaklar şehir halkının ruh ve düşüncesinin somutlaşmış hâliydi. Şehirlerin ruhu ancak yerelden ulusala, ulusaldan evrensele doğru uzanan özelliklerinin yaşatılması ile mümkündü. Bu da geçmişi diri tutmak, geleneklerini yaşatmak ve yerel öğeleri ön plana çıkarmakla olacaktı. Şimdilerde Eskişehir’de gelenekselle modern arasında kıyasıya bir mücadelenin yaşandığı kanısını taşıyorum. Halbuki Eskişehir; kadim kültürlerle Selçuklu’yu, Selçuklu ile Osmanlı’yı, Osmanlı ile de Cumhuriyeti barışık tutmasını bilen nadir kentlerimizdendi. Eskişehir’in son zamanlarda uğradığı bu talihsizliğin kısır politik çekişmelerden kaynaklandığı inancındayım.
İnsanın yaşadığı şehre karşı sorumlulukları bulunmaktadır. Şehirde yaşayan her insan, yaşadığı yere bir değer katmalıdır. Çünkü şehir bizim hayatımızı biçimlendirir, ilham verir, mensubiyet şuuru kazandırır. Ben Eskişehir’i seviyorum.