Geçtiğimiz Pazar günü bu mecrada Sayın Dr. Mehmet Akif Erdem’in “Kendini sol zannedenleri diğerleri nasıl görüyor?...” başlıklı bir makalesi yayınlandı. Polemiğe davetiye çıkaran bir yazı aslında. Bildim bileli kendimi solda gören, “yüreği solda atan” biri olarak bu yazıdaki savların bir kısmına yanıt mecburiyeti duydum.
Makaledeki bütün savları tek tek alıp değerlendirmeye kalksak belki sayfalar sürer, sizi o derece meşgul etmek ve uzatmak istemem... Muradım kesinlikle sayın Erdem’i hedef almak da değil sadece bir zihniyeti analiz etmeye çalışmak.
Öncelikle yazının sola dair yaygın-yanlış bilinen klişeleri, son zamanlarda moda olan komplo teorileri sosuna bulayarak tekrarlamaktan öteye gidemediğini ifade etmek zorundayım. Yazarın deyimiyle sola yönelik olarak “kendi kurduğu fantazileri bir müddet sonra gerçek zanneden” Türk sağının zihniyet dünyasının izdüşümleri.
Her şeyden önce sol nedir, sol kimdir diye sorarak işe başlamak gerekiyor zannımca. Ama yazar bunu tercih etmiyor, konfora kaçarak tüm solu aradaki kimi zaman derin ayrımları dikkate almaksızın aynı torbaya koyuyor. Ve kum torbası misali başlıyor yumruklamaya. Hakikaten kim ya da kimlerdir sol? Ulusalcılar mı, sosyal-demokratlar mı, sosyalistler mi?
Sol siyaset elbette eleştiri dışında değil. Hataları yok mu? Var. Ama bunlar zaten sol içerisinde yıllardır yürütülen tartışmalar.
Türk Sağı denilen o geniş yapının böyle bir düşünümsel çaba içerisinde olduğunu söylemek istisnaları olsa da pek mümkün değil. Mesela bugün solu hiç düşünmeden emperyalizmin kucağına oturmakla itham ederken Türk sağının emperyalizmle ilişkisi üzerine tek bir kelam etmemek. 70 yılı aşan çok partili siyasal hayatımızın neredeyse tamamında ya tek başına iktidar yahut iktidar ortağı olan sağ partilerin ülkeyi emperyalizme nasıl bağımlı hale getirdiğini, “Türkiye’nin stratejik önemi vb.” cilalı söylemlerle nasıl emperyalizmin taşeronluğunu yaptığını görmemek, hem de bu kadar “ortada”, bu kadar “açık ve net” iken aksini iddia edebilmek ya akıl tutulmasına işaret ediyor ya da tarih şuurumuzun eksik olduğunu. “Altıncı Filo defol” diyenlere saldıran, kıble bilip namaza duran bir geleneğin sola anti-emperyalizm dersi vermesi hayli tuhaf kaçmıyor mu? Anti-emperyalizm, Türk sağının ilkesel olarak savunduğu bir tutum değil. Bugün, gündelik çıkarlara göre ve araçsal olarak savunulurmuş gibi alınan geçici bir pozisyon.
Sadece anti-emperyalizm değil bir dizi kavram Türk sağı için araçsal olarak kullanılan; istenildiği gibi eğilip bükülebilen kavramlar: Milli irade, demokrasi, adalet, hukukun üstünlüğü…. Ancak bir mağduriyet yaşandığında sarılınılan, ancak kendisi iktidar ve güç sahibi olduğunda zerrece umursanmayan, bir kenara bırakılabilen kavram yahut değerler. Bir milleti millet yapan ortak değerler var elbette. Ama bunun yanında sınıfsal, kültürel, politik yahut kökensel farklılıklar da var. Sanki bunlar sosyolojik bir gerçeklik değilmiş gibi hayali bir millet kurgusu adına konuşmak, milletin yegane temsilcisinin kendisi olduğu sanısına kapılmak, millet kendisine oy verdiği müddetçe milli iradeyi kutsayıp millet farklı bir tercihte bulununca milli iradeyi yok saymak olsa olsa otoriter bir zihniyetin yansıması olabilir. Demokrasiyi yalnızca sandıkta oyların yarıdan bir fazlasını kazanmaya indirgeyen, demokrasinin kurumlar, kurallar, teamüller, çoğulculuk, ötekine saygı olduğunu ısrarla reddeden bir anlayışın demokrat olduğunu söyleyebilmek de mümkün değil. Çağdaş demokrasilerde böyle bir anlayışın temsilciliğini radikal sağ ya da sağ popülist akımlar yapar. Demokratik-merkez sağ ise böyle düşünenlerle asla biraraya gelmez. Çünkü o ülkelerde sağın büyük bir bölümü de şu ya da bu biçimde evrensel ilkeleri benimsemiş, içselleştirmiştir. Zira güçlü bir ülke olabilmenin içi boş hamasi söylemlerden değil güçlü bir demokrasiden, farklılıkların ortak zenginlik olarak kabulünden geçtiğinin çoktan farkına varmıştır.
Yine çağdaş demokrasilerde, demokratik sağ devletperest değildir. Önce insan der, insanı, onun haklarını ve hukukunu önceler. Devletin, insan için olduğunu bilir. Ve bunu biz de olduğu gibi bolca demagojiye sarılarak değil gerçekten hayata geçirmeye çalışır. Örneğin dün müzakere ettiklerini, yanyana yürüdüklerini, ittifak halinde olduklarını bugün terörist ilan edip, demokrasi, özgürlük, insan hakları diyenleri devlet düşmanlarına destek vermekle, vatan hain olmakla itham etme; her durumda hatta kendisi iktidarken bile kutsal mazlum rolünü oynamaya devam etmek acziyetine düşmez.
Daha bir sürü şey söylenebilir, ama yazının başında dediğim gibi buna yerimiz yetmez. Dışardan bakınca Türk Sağının hal-i pür melâli de budur. O nedenle eski bir deyimle “kendinde okka ile varken, başkasında dirhem ile arama” sözünü kulaklarımıza küpe edelim derim.