“Atatürkçülük” ve “Kemalizm” kavramları üzerine yıllardır süregiden bir tartışma var. Kimileri iki kavramın birbiriyle eş anlamlı olduğunu, dolayısıyla aralarında bir ayrım yapmanın doğru olmadığını savunurken, kimileri de aralarındaki farklara dikkat çekiyor. Üzerine çokça yazılıp çizildiği bu ayrımlar hakkında ayrıntılarıyla duracak değilim. Yalnız söz konusu kavramların tarihsel gelişimine kısaca bakmakta fayda var.
Kemalizm, ilk kez Milli Kurtuluş Savaşımız sırasında ortaya çıkmış bir kavram. Terimi ilk kez kullananlar; kendilerine karşı bağımsızlık bayrağını açmış Gazi Mustafa Kemal’i destekleyenleri adlandırmaya yönelik olarak emperyalist güçler ve Padişah hükümetleri. Ancak Kemalizmi sistemleştirme çabaları 1920’lerin sonundan itibaren Faşizm, Komünizm ve Kapitalizm dışında Türkiye’ye özgü yerli, ulusal ve dogmatik olmayan bir ideoloji arayışının ürünü olarak ortaya çıkıyor. Ve 1930’larda gerek Atatürk’ün Genel Başkanı olduğu CHP parti programlarına gerekse ders kitaplarına giriyor. Tabi o dönemde dahi Kemalizmin ideolojisini yapma gayretinde olanların kavramın içeriğini farklı şekillerde doldurmaya çalıştıkları görülüyor. Birbirine zıt fikirlerde olanlar Kemalizmi farklı şekilde anlamlandırmaya çalışıyor.
Atatürkçülük ise 1950’lerin ortalarından itibaren geliştirilen bir kavram. O tarihlerden itibaren de “Atatürkçülük mü Kemalizm mi” tartışmaları yürütülüyor. Kavramlara yükledikleri anlamlara göre kimileri birini benimserken diğerini reddetme yolunu seçiyor. Ama özellikle Kenan Evren liderliğindeki 12 Eylül Rejimi döneminde Atatürkçülük adına öyle şeyler yapılıyor, Atatürk’ün ilke ve devrimleri öyle tahrif ve tahrip ediliyor ki Atatürkçü pek çok kesim 12 Eylül faşizmi ile özdeşleşmemek için bu kavramı kullanmaktan kaçınmaya başlıyor. Hatta Cumhuriyet gazetesi başyazarı Nadir Nadi bunlar Atatürkçü ise kendisinin öyle olamayacağına dair meşhur “Ben Atatürkçü Değilim” kitabını kaleme alıyor. Ancak değerli sosyolog Emre Kongar’ın da dediği gibi; bugün, zaten tarihsel, toplumsal ve siyasal gerçeklere uygun olmayan bu ayrım artık güncel önemini yitirmiş ve ortadan kalkmıştır.” Dolayısıyla Atatürkçülük ve Kemalizm arasında yaratılmaya çalışılan ayrım yapay bir ayrımdır. Bugün bağımsızlık, ulusal bütünlük, cumhuriyet, demokrasi, laiklik ve çağdaş uygarlık paydasında birleşen herkes elbette Atatürkçü veya Kemalisttir.
İşin diğer tarafı Atatürk’ün milletimizin kalbinde, zihninde, ruhunda edindiği yerin farkında olan, Atatürk’ü ve devrimlerini doğrudan hedef alamayanlar son 30 yılda adeta hayalî bir “Kemalizm öcüsü” yaratmış ve buna saldırmaktadırlar. İşlerine öyle geldiği için “Atatürk iyidir de çevresi kötüdür iması” ile politika üretmekte; hatta “Atatürk bugün yaşasaydı bunları kovalardı”, “Atatürk bugün yaşasaydı zinhar Kemalist olmazdı” söylemlerine sarılmaktadırlar. Hatta o derece ki bu kesimler Asım Aslan’ın “Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük” kitabında pek güzel ortaya koyduğu gibi Atatürk’ü yüzlerine maske yaparak büyük kurtarıcıyı alabildiğine sömürebilmekte, onu arzu ettikleri düzen için istediği kılığa sokma gayretkeşliği içerisinde girmektedirler. Atatürk’ün yaptığı her şeyi yıkanlar, mirasını ayaklar altına alanlar, demokratik-laik cumhuriyeti çürütenlerin Atatürk’e sahip çıkıyor gözüküp Kemalistlere/Atatürkçülere çatması ise tam anlamıyla trajikomedidir.
Atatürk’ün kendi devrinde yaptıklarından bazılarını cımbızla seçip “Bakın Atatürk de böyle yapmıştı” demek ise içinde yaşadığımız Post-truth (hakikat sonrası) çağa gayet denk düşen bir tarih çarpıtma örneğidir. İçinde bulunduğu koşulları çok iyi değerlendiren, ona göre hareket eden bir lider ve strateji ustası olarak Atatürk’ün söylem ve eylemlerinden kendi politik yetersizliklerine ekmek çıkarmak isteyenlerin onun fikirlerinden aslında ne kadar uzak oldukları gün gibi açıktır.
Bugün ihtiyacımız olan Atatürk’ü gerçekten anlamak ve tamamlamaktır. Yoksa Atatürk’e her gün sövenleri, lanetleyenleri baş tacı edip, Atatürkçülere/Kemalistlere Kemalizm/Atatürkçülük öğretmeye kalkışmak değil