Son elli yıldır işime yarayan ne öğrendiysem ya tahkir edilmeyi ya da azarlanmayı göze aldığım zamanlarda öğrendim.
Ortaokulda fen dersi öğretmenimiz dünyanın döndüğünü anlatırken; “o zaman (eğer dünya dönüyorsa) yerden birkaç kilometre yukarıya bir balonla çıksak, birkaç saatte dünyanın döndüğü yöne göre başka bir şehre gidebilir miyiz?” diye sormuştum. Yıl sonuna kadar öğretmenimiz, “orada dünyanın dönmediğini iddia eden biri vardı” diye benden bahsetmişti. Sorduğum sorunun cevabını araştırarak öğrendim sonunda ama fen dersi öğretmenime söylemedim. Artık benim nazarımda o bir öğretmen değil öğrenmeme engel olmaması için idare etmem gereken biriydi. Malum otoriteydi ve onun onayı olmadan sınıf geçmek imkansızdı. Bilimselci bir aydın olarak, fen derslerinde genelde emperyalizmin ve kapitalizmin toplumlar üzerindeki faşizan baskılarını anlatıp, otoriteye neden başkaldırmamız gerektiğine yönelik söylevler verir, bilimin ışığında yürümenin onurundan bahsederdi. Soru sorduğumuzda aptallığımızı yüzümüze vurur, otoritesiyle sustururdu.
Liseye başladığımız sene ihtilal oldu. İtaat etmek, susmak zorunluydu. Bilimin ışığında yürüyorduk çünkü. Bilim insanları ihtilalin gerekliliğini bilimsel olarak anlatıyorlardı. Garip olan bilimin ışığına inanmış olanların bazıları diğerlerini üniversiteden atıyor, biri diğerini “bilim dışılık”la itham ediyordu.
Lisede “bir dikdörtgenin alanının neden eniyle boyunun çarpımına eşit olduğuna, bir üçgenin iç açıcılarının toplamının neden 180 derece olduğuna” yönelik sorulara aldığım cevap çok makuldü: “Böyle felsefi tartışmalarla üniversite sınavını kazanamazsınız.”
Teknik üniversitede fizik dersinde momentum konusunu işliyorduk galiba, “aya inmek için gerekli gücü, bu gücü üretecek yakıt ve oksijenin ne kadar olması gerektiğini hesaplayabilir miyiz” diye sorduğumda ABD’ye (kapitalist kısmına değil bilim kısmına) çamur attığımı düşünenler, ABD’nin gerçekten aya insan gönderdiğini ispatlama yarışına girdiler.
Peki, onlar bu soruları sormadan aya nasıl gittiler?
Cevap çok basit ve bilimseldi: Biz onların sahip olduğu teknolojiyi, geldikleri bilimsel seviyeyi anlayamazdık ve bu tip sorularla kendimizi küçük düşürmemeliydik.
İş hayatında da bilimdarlık yakamı bırakmadı. Nerede bir iş yapmak istesek karşımıza hep o meşhur önerme geldi: Teori pratiğe uymaz. Toplumun eğitimsiz olduğunu ve böyle teorik felsefi konulardan anlamayacağını dolayısıyla pratik olarak işlerin çözülmesi gerektiğini dinledik hep. Eğitim olmadan bilimsel olunmazdı.
Hayatımın son 50 yılı bilimdarların eğitimin ve bilimin önemini anlatan konuşmalarını dinlemekle geçti. Ama hiçbiri bilimin ne olduğunu anlatmıyor, sadece bilim için yurt dışına eğitim almak gerektiğine inanıyorlardı. İster sağcı ister solcu bilimdarların öğütleri hep aynıydı: “Bilim, bilim insanlarınca yapılır. Sen bilim insanı mısın? Değilsin. Doğal olarak onlar hayatımıza yön vermeli, bizler bilimin alanına giren konularda asla konuşmamalı, hatta soru da sormamalıyız ki aptallığımız belli olmasın.”
Yani aptal olduğumuzu gizlemek için susmak zorundayız. Harika!
Ama susamayacağımız zamanlara geldik.
Mesela bu virüs ne kadar karmaşık bir yapıya sahip ki bilim insanları, anneannemin bana öğrettiğinin dışında bir şey önermiyor ama saatlerce virüsü konuşuyor.
Virüsleri anladık onlar mikrop. Ciğerlere sızıp iş göremez hale getiriyor.
Ciğerlerimizi bu mikroptan uzak tutmak için kendimizi izole etmemiz şart, bunu da anladık.
Peki, bir yandan sokağa çıkma yasağı önerip diğer yandan “ödemiyorum”, “zırnık yok” gibi kampanyalar yaparak devleti iş göremez hale getirmek isteyen bilimselciler ne veya kim? Bunlardan kendimizi nasıl koruyacağız?
Bu virüs Güney Kore ve Fransa’da kiliseden, Türkiye’de umreden dönenlerden yayıldı, önermesi hâkim. Bu virüsü sadece dindarlar mı bulaştırıyor? İnsanların iç içe olduğu eğlence mekanlarından bulaştığına yönelik bir bilgi yok. Oralar güvenilir mi?
Virüs Asya’dan yayıldı ama ölenlerin %75’i Avrupa’da, Avrupa’daki G20 ülkelerinde, bu ülkelerin ticaret şehirlerinde. Bunu nasıl açıklamalıyız?
Virüs borsalara nasıl sızdı da trilyonlarca dolar buharlaştı?
Virüs ne gibi bir etkiyle petrol fiyatlarını yarı yarıya düşürdü? Aslında bir ilişki yok mu?
Pandemi ile merkez bankaları ve IMF’nin ne alakası var?
FED parayı virüs gibi nasıl çoğaltabiliyor?
Merkez bankaları parayı nasıl ve hangi bilimsel modellere göre üretiyor?
Merkez bankaları neden bağımsız olsun?
T.C. Anayasasının hangi maddesinde merkez bankasının bağımsızlığı güvence altına alınmış?
Anayasada tanımı olmayan, adı dahi geçmeyen bir kurum nasıl oluyor da bir ülkenin kaderini bağımsız, bağımsız yönlendirebiliyor?
Mesela bir önceki merkez bankası başkanı hakkında devleti milyarlarca dolar zarara uğrattığı için hakkında soruşturma açılabilir mi?
Devletler merkez bankalarına el koyabilir mi? Devlet merkez bankalarını devletleştirebilir mi?
Bilimin ışığında otur evinde; aptalca sorularla insanların zihnini bulandırmaya gerek yok, demeyin lütfen. Cevapları biliyorsanız söyleyin.
Ama komplo teorileriyle değil, malum teori pratiğe uymuyor.