Rahmetli Ahmet Kabaklı bir makalesinde yazmıştı: İsviçre’de bir okul, bir Türk vatandaşını, “Bu okula sadece asiller müracaat edebilir” mealindeki bir gerekçeyle geri çeviriyor. Konudan haberdar olan Atatürk, İsviçre büyükelçisini çağırıyor ve “Bu milletin her ferdi asildir, buna inanmayan bir devletin bu ülkede yeri yoktur!” mealinde bir tepki gösteriyor.

İsviçre’deki okula müracaat eden kişinin soyu, ırkı belki “… Arnavut, Laz, Kürt, Arap, Çerkez, Boşnak, Zenci …” idi, fark etmez. Türk olmak soy değil, huy meselesidir; hatta bir tercih meselesidir. O okula müracaat edenin tercihi yanlış olabilir, hatta huyu da bozuk olabilir, ama değil mi ki Türk olarak reddedilmiştir, üstelik bir asalet vurgusuyla Türk kimliği ile aşağılanmıştır, işte buna Atatürk’ün sessiz kalması düşünülemez. Aslında hiçbir Türk, bir insanın, soyu veya ırkından (asaletinden) dolayı diğerlerinden üstün olduğunu kabul etmez.

Böylece asiller(!), kâhyalar ve Türklerin mücadelesi başlar. Zira Türkler çoğaldığında doğal olarak bu asiller(!) ve kâhyaların saltanatı bitecektir. Bunu çok iyi bilirler. Tarih hep tekerrür etmiştir çünkü.

Günümüzde Türklerle mücadele eden iki grup vardır:

Birincisi, gerçekten kendini asil sanan akılsız, ama kurnazlar ki son birkaç yüz yıldır Batılı olarak anılıyorlar. (Kendini, diğerlerinden üstün sanan akılsız değildir de nedir?) İkinci grup, asilleri(!) gerçekten asil sanan, onların her yaptığında mutlaka bir hikmet arayan aşık ahmaklar ile asillerin(!) ücretli kâhyalarından oluşan batıcılar. (Bir faniye güvenip gönüllü köle olmak ahmaklık değildir de nedir?)

Bir de bu iki grubun neşriyatını bilimsel(!) kabul eden “şaşkınlar” var.

Asiller(!) ve kâhyalarının başta PKK olmak üzere bütün terör örgütlerine açıkça destek vermelerinin, bir zamanlar Türk kimliğini dünyaya yaydığı sanılan gruplardan iğrenip, sonrasında hain oldukları anlaşılınca, onlara sahip çıkmalarının; Halep ve civarından gelen Türkleri, Suriyeli olarak yaftalayıp, ardından onlara nefret kusmalarının nedeni hep aynıdır: Türk korkusu ve Türkleri bir sınıra hapsedip boğmak…

MSB Çanakkale şehitleri listesinde sadece Halep doğumlu 506 şehit vardır ve bunların 121’i İdlip doğumludur. Bugün Suriye sınırlarında kalan Halep’ten, Çanakkale’ye gelenler, vatan savunmasına gelmiştir.

Asiller(!) ve kâhyalarına göre; “Türkleri adam etmenin gerek şartı, Türklerin sefaletini gösterecek; asillerin(!) asaletini ispatlayacak örneklerle Türkleri bilinçlendirmektir.” İşte tam da bu nedenle, profesyonel ajansların koordinasyonunda; insani zaafından dolayı yanlış yapanları, sanki sadece Türklere has bir davranışmış gibi öne sürmekte; sistematik yalanlarla her fırsatta Türkleri aşağılamakta, başarılarını küçümsemekte veya yok saymaktalar. Ama aynı mahfiller; asillerin(!) bütün iş ve davranışlarını örnek olarak, gıpta ve özlemle sunmaktadır ki bu, bilinç oluşturma çalışmalarının sadece bir parçasıdır. Şaşkınların yapmaya çalıştığı gibi, aynı metotlarla, bu iş için kiralanmış ve eğitilmiş, kişilerle mücadelenin anlamı yoktur. Telesekreteri muhatap alıp, ikna edemezsiniz.

“Türkleri, adam etmenin yeter şartı, asillerin(!) komutlarını anlaması ve gereğini yapabilmesi için eğitmektir.” Bu nedenle Atatürk’ten sonra adım adım ele geçirdikleri ister siyasi ister idari, bütün kurumlara biçtikleri misyon budur: “Her Türkü önce bilinçlendirmek sonra eğiterek adam etmek...” Köy Enstitülerine olan özlem Türkü adam etme arzusunun bir tezahürüdür. Köy enstitülerini Atatürk’ün kurduğuna yönelik utanmadan yalan söylemeleri başka nasıl açıklanabilir?

Eğitim: Beklenen etkiye istenen tepki vermesi için gereken tutum ve davranış biçimlerini kazandırmak; yani ehlileştirmek…Terbiye, tedris, talim ve tahsil gibi her biri ahlak, irfan, ilim ve meslek kazandıran kavramları, “Türkleri adam etmek” uğruna eğitime devşiren kâhyalar, şu sıralar bilinçlendirme faaliyetlerine ağırlık veriyor. Bilimsel(!) neşriyatın esiri bazı şaşkınlar ise “eğitim şart” sloganıyla havanda su dövmeye devam ediyor. Adı eğitim olan bu şeyle ne batılıların kalıplarına uygun bireyler ne de bazı şaşkınların hayalindeki “batının ilmi(!), İslâm’ın ahlakına sahip nesiller” yetişmez. 

Sayın Cumhurbaşkanımızı içlerine sindirememelerinin temelinde de Türk fobisi yatar. Konu Erdoğan düşmanlığı falan değildir. Konu Türklerin Türk olarak başarılı olabilmesidir. Bu ihtimal bile asiller(!) ve kâhyaları için yeterince ürkütücüdür.

Yaşadığımız günlere ve Türkleri aşağılayan kâhyaların panikle saçmalamalarına bir de bu gözle bakalım: Görevdeki küresel kâhyalar, asillerin(!) malını ve kurumlarını korumak için halkı idare edip kamuoyunu yönetmeye; Türkler, Türkleri korumak için milletin malını idare edip, kurumlarını yönetmeye odaklanıyor.  Bir yanda geleceğini güvence altına almak umuduyla efendileri için ömür tüketenleri sıradan bir mal gibi evinde ölüme terk eden küresel kâhyalar, diğer yanda dünyanın her noktasındaki Türkleri güvenle evine taşıyan, dosta düşmana yardım elini uzatan Türkler… Türkiye’deki kâhyaların işi bu dönemde gerçekten zor…

Mesela İngiltere’de yaşayan halk, “Türkler, 40 milyar USD harcama ile dünyanın her noktasındaki 83 milyondan fazla Türk’e ayrım gözetmeden topyekûn sağlık hizmet sunarken, İngiltere 140 milyar USD sağlık bütçesiyle 60 milyon bile olmayan bir nüfusa nasıl olur da hizmet veremez” diye sorsa, Türkiye’de halk bunun ne anlama geldiğini anlasa, asiller(!) ve kâhyalarının 80 yıllık bilinçlendirme çalışmaları boşa düşmez mi?

“Profesyonellik de bir yere kadar, biraz da memleketlerine hizmet etsinler, mesele paraysa ekmeğimizden kısar, biz de besleriz” diye düşünebilirsiniz. Para, “geleceği güvence altına alma aracı” olarak ahmakların aşkıdır. Kâhyaların parayla işi olmaz. Asiller(!), onları daha güçlü bağlarla elinde tutar. Deniz Baykal’ı ve bazı MHP’li milletvekillerini tasfiye süreçlerini hatırlayın. Bu operasyonları yapanların ellerinde sadece bu kişilerin kaseti olduğunu düşünmek saflık olmaz mı? İnternetten Pizzagate ve Jeffrey Epstein’i bir araştırın… Kâhyaların ücreti para ile ödenmez. Onların ücretini hiçbir Türk ödeyemez. Yani Kâhyalar, kiralayanları “dur!” demeden durmazlar, duramazlar. Onlar artık dönemezler.

Belki şaşkınlar?.. Bilimsel(!) neşriyattan kafalarını kaldırıp, muhtemelen gerçeği görebilir. Onlar için çok zor olsa da bir ömür aslında kendi gölgelerinde yürümediklerini anlayabilirler.

Peki, bilinçlenme sürecini tamamlayıp, zihni mühürlenmiş olan ahmaklar?

Onlar, hala,” geleceklerini güvence altına alacak, beyaz atlı prensi” bekliyor.

Aşk böyle bir şey işte!

- - - - - -