Babaannemin bize anlattığı efsaneyi ben de sizlere anlatmak istiyorum değerli okurlarım.
“Duritler adı verilen, güneşe tapan bir kavim varmış ki, bunlar Galler’de yaşar, yılda birkaç kez ayin yaparlarmış meşe ormanlarında. Bu ayinlerde, çıkacak bir savaşta ölmesi olası kardeşleri ve ölümcül hastalığa yakalananlar için insan kurban ederlermiş. Genellikle bu kurbanlıklar daha önce suç işlemiş kişilerden seçilse bile, arada (kuru-yaş ilişkisi) iyilerin de kurban edildiği, kafeslere konup yakıldığı olurmuş.
Kurban edilen bu kişilerin bozuk ahlâklı olduklarına ve ruhlarının yeni doğan bebeklere geçtiğine inanıyorlarmış. Dört yapraklı yoncaların bu kötü ruhları uzaklaştırdığına inandıkları için öldürülecek şahısların üzerine buldukları bu dört yapraklı yoncaları koyuyorlarmış.
Birinci yaprak: Ümidi
İkinci yaprak: İmanı
Üçüncü yaprak: Aşkı
Dördüncü yaprak: Şansı simgeliyormuş. “
Asıl önemli olan dördüncü yaprak… Şans getirecek, yaşamı değişecek kişinin.
Bahar gelip kırlar yeşillendi mi haydi, derdi babaannem, kalkın kızlar, dört yapraklı yonca aramaya gideceğiz.
İnanırdık ve kırlara gider saatlerce dört yapraklı yonca arar dururduk. Babaannem de bizimle birlikte arar dururdu. İnanır mıydı, bizi mi oyalamaya çalışırdı bilmiyorum. Her ne yapıyorsa bizim içimize iyilik, güzellik tohumları ekiyordu.
Kötülüklerden uzaklaşıp şansımızı arar dururduk. Babaannemin bulduğuna inanıyorum, 99 yaşındaydı onu kaybettiğimizde. Bizim üzerimizde çok büyük etkisi vardı. Ne öğrendimse yaşama, güzelliğe dair tümünü ondan öğrendim.
Almanın değil vermenin insanı daha mutlu ettiğini, birbirimize saygılı olmayı; vatanımı, bayrağımı sevmem gerektiğini hep ondan öğrendim.
Ödevlerimizi yaparken de hep yanımızdaydı, bize yardım ederdi, okuma yazması olmamasına rağmen.
Ödevlerimizi yaparken de hep yanımızdaydı, hadi okuduklarınızı anlatın derdi ablamla bana. Can-ı yürekten dinlerdi bizi. Kem küm ettiysek eğer, bir kez daha okuyun da ele güne mahçup olmayın kuzularım, diye yumuşakça uyarırdı bizi. Biz de onu dinler ve tekrar ederdik. Yatmadan önce de mutlaka dua ettirirdi.” Aldım alnıma koydum koynuma; öğretmen karşıma gelince gelsin aklıma.” der ver koynumuza tü tü tü diye tükürür gibi yapar, sonra da mışıl mışıl uyurduk. Tükürükte miydi, yoksa çalışma tarzımızda mıydı marifet hala bilmiyorum ama gerçekten öğrendiklerimi hiç unutmazdım.
Arkadaşlarımızla aramızda geçen çatışmalar korkutmazdı bizi hiç, bilirdik ki problemlerin üstesinden geleceğiz ve yaşadığımız her olay bizi güçlendirecek.
Hayatta dik duracaksınız, derdi her gece, dertler sizi büyütecek onun için dertlerinizi sevin.
Bugün güçlü bir kadınım, karşıma çıkan problemlerin, bugün bile, beni güçlendirdiğine inanıyorum.
İlkbahar geldiğinde kırlara çıkacağım; ama dört yapraklı yonca aramaya değil. Pandeminin getirdiği hüznü atmak için; tertemiz havayı içime çekebilmek için…
Çünkü ben dört yapraklı yoncayı çoktan bulmuşum.
O yonca babaannemmiş.
Bizim içimize ektiği güzellik tohumlarıymış.