Bazen çok yalnız hissederiz kendimizi. Bir uçurumun kenarında düşmekten korkmadan hayata şöyle bir göz gezdiririz. Nedir bizi hayata bağlayan, dost mu, sevgili mi, bir bakış mı, bir gülüş mü ya da ………
Sonra hızla koşarız yara ve atarız kendimizi sonsuzluğun kucağına. Gökyüzü bizimdir bizse gökyüzünün. Susarız... Sesliğin sesini dinleriz, rüzgar fısıldar kulaklarımıza. Şimdi ya da asladır. Geleceğe dair planlarımızı düşünürüz boşluğun içinde. Geçmişi anar, şimdinin acımasızlığında seyre dalarız alemi. Her şey çok küçüktür, biz mi çok büyütüyoruz onları acaba sorusu takılır ansızın oltamıza. Ailemizi düşünürüz, dostlarımızı ve illa ki aşkı. O kör boşluğa koyacak birini ararız bulamayız…
Sonra etrafımızda döneriz Mevlana misali, Yaradana ulaşma imtihanı. Kulaklarımızda o sevincin verdiği baskı.
Sonra daha sonra ayaklarımızı yere basarız, yukardan bakmışızdır hayata, çekişmelere, aldatmalara, hüzne, sevince, sohbete…
Yamaç paraşütünü mü merak ettiniz işte budur…