Öteden beri, hem de çok ötelerden beri anlatmaya çalışırım. Dünyanın neresine giderseniz gidin, bir şehrin gelişmişlik düzeyi ile o şehrin basınının kalitesi birbiriyle iç içedir…
Gelişmiş bir şehirde gelişmemiş bir basın bulamazsınız, tıpkı gelişmemiş bir şehirde gelişmiş basını ancak bir süre bulabileceğiniz gibi. Bir şehirde basın, şehrin önüne geçmiş ve gelişmişse şehir de bir süre sonra arkasından gelip gelişmek zorunda kalır…
Tabii burada bahsedilen “basın” kavramı ya da siz isterseniz “medya” deyin, şu anda Türkiye ve Eskişehir’de olduğu halinde bahsedilmiyor…
Nasıl ki olması gereken “muhalefet” anlayışı vardır, bahsettiğim “basın” için de aynı minvalde anlatıyorum…
Gerçek basın, iktidardakini, kendi siyasi görüşüne ya da yönetenlerin kendi isteğine göre eleştiren ya da öven değil; şehrinin ya da ülkesinin iyiliği için, iktidardakine iş yaptıran, yaptığı yanlış işleri engelleyendir…
Türkiye’de ve Eskişehir’de şu sıralarda “gerçek bir basından” söz etmek imkânsızdır, yaşadığımız süre içinde basın dediğimiz “şey” artık “mahallelerin basınına” dönüşmüştür…
Medya, bu haliyle, yapılan iş ya da icraatla ilgilenmek yerine, “kimin” ne yaptığı ya da ne söylediğiyle ilgilenir…
Türkiye’de iktidara muhalif basın da iktidarın yanındaki basın da bu haldedir…
Eskişehir’de de böyle…
Şehrimizde şu anda yereldeki iktidar olan Yılmaz Büyükerşen hakkında gerçekten ayağı yere basan eleştiriler yapan, yapabilen kaç gazeteci vardır?
Birkaç…
Demek ki, Eskişehir’de, şehrinin iyiliği için doğru düzgün gazetecilik yapan bir basından söz etmemiz imkânsıza çok yakın…
Bu düşüncelerimi neden sizlerle paylaşıyorum?
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanının resmi danışmanı Kemal Aydoğmuş, bundan yaklaşık iki hafta önce “Kımıl kımıl Yılmaz Karaca…” başlığıyla bir yazı yazdı…
Önce, benim çok değerli bulduğum ve önemli tespitler içerdiğini düşündüğüm yazıdan bölümler okuyalım…
***
Uzunca bir süredir Eskişehir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı…
Son birkaç yıldır, Atilla Sertel’in milletvekili olması nedeniyle Türkiye Gazeteciler Cemiyet Başkanı…
Aman Allahım…
O ne saltanat, o ne muhabbet…
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı (Yılmaz Karaca aslında Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı, TGC başka bir şey. hk) olmak, kallavi bir şey…
Dişe dokunur, ilgiden muaf olmayacak bir şey…
Duyanlar zanneder ki, gazeteciler üzerinde amansız derecede etkili, gazeteciler üzerinde sonsuz bir iktidar sahibi…
Öyle mi?
Asla değil…
Atilla Sertel’in her ne sebeple olsa kendisine bıraktığı Cemiyet Başkanlığını, galiba biraz da fazlaca umursayıp, kendince bir ibadet usulü geliştirmesine odaklanmak gerekiyor…
Asla, dikkate alınmıyor…
Kendi yaşadığı şehirde, Basın İlan Kurumu’nu musallat ettiğinden beri biraz da olsa inananları, terk ettiler…
Ama o hala, Eskişehir yerel basınını dizayn etmekte kararlı görünüyor…
Onca vazifesi, onca sorumluluğu arasında, buna da vakit ayırıyor ve yeni gelişimleri, yeni yapıları elinin tersiyle itmek konusunda kendisini sorumlu hissediyor…
Ama, kuşkusuz yanılıyor…
Sığındığı siyasal cephenin Eskişehir ne anlama geldiğini anlamakta güçlük çekiyor…
…
Yılmaz Karaca,
Nicedir, bu şehir için bir yüktür…
Bir zahmet, katlanılması zorunlu hissedilen bir ihtimaldir…
Yani bir kandırmacadır…
Bu şehirde 50’dir 60’tır, sayılacak kadar gazeteci var…
Ve bunlar içinde sayın ki, Yılmaz Karaca ve ekibinin bu şehre bir damla faydası olduğunda ısrarcı olsun…
Yoktur…
Bulamazsınız…
Bugüne kadar insanlar hakkında, direkt kişilikleri ve kimlikleri üzerinde yazı yazmamaya gayret ettim…
Ancak sabır ve cebir nereye kadar?
***
Yılmaz Karaca, yaklaşık 40 yıldır Eskişehir Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı görevini yürütüyor, Allah uzun ömür versin, bir kırk yıl daha yürüteceğe benziyor…
İşte tam da bu yüzden, Kemal Aydoğmuş’a katılıyorum ve bugün Eskişehir’de basının halini “içler acısı” buluyorsak, bunda Yılmaz Karaca’nın büyük etkisi vardır, diyorum…
Ve belki de en birinci sorumlusu Yılmaz Karaca’dır…
Bu konudaki şahitliğim, Kemal Aydoğmuş’tan bile yukarıdadır. Zira kendisi, benim gibi üniversiteden, “Basın Yayın” mezunu olmakla birlikte, gazetecilikle, özellikle ‘Eskişehir’de gazetecilik” ile benim kadar iştigal etmemiştir. Gazeteciliğin yöneticilik kısmıyla değil, sadece yazarlık ve muhabirlik dallarıyla ilgilenmiş, işin mutfağında çok da fazla bulunmamayı tercih etmiştir…
Yılmaz Karaca hakkındaki tespitleri doğru, ancak eksiktir…
30 yıla yaklaşan meslek hayatımda, Yılmaz Karaca’nın tercihlerinde “Eskişehir Basını’nı büyütmek” olmadığına şahitlik ederim, hatta “Yılmaz Karaca, Cemiyet Başkanı olarak Eskişehir Basını’nın güdük kalması için çalışmıştır” diyenlere de itiraz etmem, kenara çekilir, dinlerim…
Peki, öyleyse, Kemal Aydoğmuş’un yazdıklarıyla ilgili bir tartışma başlatmayacaksam, niye buraya aldım ve sanki sadece biz gazetecileri ilgilendiriyor gibi görünen bir konuyla sizleri neden meşgul ediyorum?
Yazımın başında belirttiğim gibi…
Eskişehir, bugün gelişmiş bir şehir olarak önümüzde duruyorsa bunda tabii ki basınının da payı vardır…
Eskişehir Basını, 1970 ve 1980’lerde, Türkiye’deki efsane halindeydi. (Bu durumdan, Kemal Aydoğmuş’un, “bugün yanından ayrılanlar” dediği birkaç kişinin de övülesi sorumluluğu vardır.)
Ancak ne hikmetse özellikle 2000’li yıllardan sonra, şehir için ayağı yere basan muhalefet anlayışını yitirmiştir. Eskişehir Basını’nda istihdam edilen kişiler, düşük maaş ile çalışmayı kabul edip hayat standartlarını “Meslekleri dışında” gösterdikleri becerilerle elde etmek zorunda kalmışlardır…
Yılmaz Karaca, bu durumdan da sorumludur efendim…
Peki, bu durum en çok kimin işine gelir?
Bir gazeteci, düşük maaş aldığı, hak ettiği parayı kazanamadığı için hak ettiği hayat standardına ulaşmak konusunda basit ve kolay yollara tenezzül etmek zorunda kalırsa…
Bu durum en çok kimin işine gelir efendim, onu soruyorum?
Sürekli “cemiyet başkanı” olmak isteyen Yılmaz Karaca’nın işine gelir, ama sorduğum o değil…
***
Yazımın başlığında sadece “Yılmaz Karaca” ismini değil de “Yılmaz Büyükerşen” ismini de tercih etmemin iki sebebi var efendim!
Birincisi, Murat Atikel!
Yazıları, benim yazılarımdan fazla okunuyor ve sanıyorum bunda, yazı başlıklarına, Yılmaz Büyükerşen ve Kazım Kurt isimlerini koymasının büyük etkisi var!
İkincisi de son sorumun yanıtı olması efendim…
Kemal Aydoğmuş’un çok yerinde güzel tespitlerle dolu yazısı, yayımlandığı gazetenin internet sitesinde yok, demek ki kaldırılmış…
Sanıyorum, Yılmaz Karaca ile ilgili yazdıklarının biraz kurcalanınca, danışmanlığını yaptığı Yılmaz Büyükerşen’e ulaşacağını keşfetmişler efendim…
Yılmaz Karaca, başkanlığını yaptığı mesleğin mensuplarının gelişmesi için hiçbir çaba göstermedi yıllarca, bu yolda yürümek isteyenleri ya durdurmaya ya da onlara kara çalmaya çalıştı…
Ve bu yüzden sıkıntı yaşayan meslektaşlarımın bu durumundan en fazla faydalanan kişi de, Eskişehir’in son 20 yılının ‘mutlak’ iktidarı olduğu için, Yılmaz Büyükerşen’dir efendim…
Kemal Aydoğmuş, o birbirinden güzel yazılarından, bugünkü hayat standardında yaşayabilecek kadar para kazanabilseydi; Yılmaz Büyükerşen’in danışmanlığını yapmayı değil de kendisine ‘yazılarıyla’ destek olmayı tercih ederdi belki de…
Kim bilir?
- - - - - -