"Düzenin Yabancılaşması” kitabında İdris Küçükömer’in kaba tespiti Türkiye'de solun sağ, sağın da sol olduğuydu.
Batılı kavramları ilk defa farklı bir gözden değerlendiren, batılı toplum şablonlarının Türkiye’nin sosyolojisi ile asla uyuşmadığını belki de ilk defa doğru analiz eden sol teorisyendi.
İdris Küçükömer’in önemli saptaması “Türkiye Solu” diye bilinen kesim hakkındaydı: “Bu ülkede “sol”, aslında sağdır,” diyordu.
Bu sonuca nereden varmıştı?
Küçükömer 27 Mayıs’ı izleyen günlerde Talât Aydemir ve grubuyla yakınlaşmıştı.
Küçükömer bir komünist olarak, ülkede komünizme yol açacak bir hareket yapabileceğini düşündüğü için Aydemir’le bu yakınlığı kurmuştu. Ancak, bu cuntacı subaylarla konuştukça onların siyasî fikirlerini daha yakından tanımaya başladı ve dehşete düştü.
Komünizme gidecek yolu açmasını beklediği adamlar –kendileri de pek farkında olmadan– koyu faşisttiler! Bunu anlamak Küçükömer’in bütün hayatını sarsarak değiştirdi; her şeyi yeniden düşünmeye başladı.
Cumhuriyet’in başına dönersek de
Mustafa Kemal’den ve hareketinden, bunun kadrolarından, iki adım daha atsa sosyalist olacak bir hareket çıkarsamak olacak şey değil. Sosyalist hareketin birinci özelliği düzene muhalif olmasıdır; Mustafa Kemal’in CHP’si ise düzeni kuran partiydi. Atatürk kendisi değil ama yakın çevresi, Yunus Nadi, Falih Rıfkı, Mahmut Esat, Recep Peker, Şükrü Kaya v.b. hepsi faşizm ve Mussolini hayranıydı.
Ama bu entelijensiya ...
Hemüz oluşamamış kapitalizmin, “burjuva demokratik” değil “burjuva anti-demokratik devrimi”ni yapan kadroları...
Kendilerini...
Toplumun “ilerici” (ve gereğinde “sol” –Nevzat Tandoğan’ın dediği şekilde) güçleri olarak tanıtmayı başardı.
Bu yaygın ideolojiye ilk ciddi darbeyi vuran kişidir İdris Küçükömer.
Böylece “sol aslında sağdır.” dedi.
Düz mantık o zaman “ sağ da soldur. “ önermesi çıkartıyordu ortaya...
Küçükömer’e göre Türkiye’de bu bürokratik kesim yolları tutmuştu.
O dar çevrenin dışında kalan geleneksel-muhafazakâr kesim için tek ciddi hareket alanı ekonomik alandı. Böylece, bu kesim, Demokrat Parti iktidarıyla başlayarak, üretici güçleri geliştirdi.
Bu anlamda bir “solculuk” yaptı.
Ama bürokratik ve askeri vesayet güçleri ile bir tür uzlaşma zemininde olabildiğince gelişti bu üretici güçler.
Seçkinlerin düzeni yoksullukta ve zulümde adaleti vaadediyordu.
Kapitalizme geçişin altyapısını ise dindar kitleler oluşturuyor, refahı artırıyor, artan refahın yansımaları da kitlelere ulaşıyordu.
Bu kitlelerin uzlaşı değil gerçek iktidara ulaşmasına ise vesayet darbeler ile engel oluyordu.
Aslında asla sağ olmayan, ama sol da olmayan büyük kitle ikibinli yıllardan sonra özgüvenini de iyice kazandı.
Vesayetçilere başkaldırmayı ve mücadeleyi de düşe kalka öğrendi.
Aslında sol olmayan faşist vesayetçi sağ ise sol kimliği ile de karşılık bulamayacağını anladığında rotayı iyice Kemalizme çevirdi.
Tüme yakın halkın( pkk, komünistler, fetö vs.. hariç) sempatisi ve saygısı olan Atatürk’ün arkasına saklanarak zemin kazanmaya çalıştı. Ancak asıl Atatürk düşmanları da o çatıya koşturunca o çadır iyice karıştı.
Sonuçta bu milletin töre, gelenek ve inanç kodları na yaparsan yap bu batılı şablonlara uymuyor.
Uymayacak da...
Kendine ait bir yaşam biçimi ve dünya görüşü olan bir millete, batının kalıplara soktuğu hiç bir -izm’in uydurulamayacağı ve uygulanamayacağı açık ve net...