Vaktiyle bir hırsız varmış. Soyulmadık ev, girilmedik dükkân bırakmamış. Gün gelmiş hastalanmış, ölüm döşeğinde yatıyormuş. Ölüm korkusuyla bütün yaptıklarına pişman olmuş. “Ey merhameti bol Allah’ım. Ne kazandıysam hırsızlıktan kazandım. Bu kadar büyük günah ile huzuruna nasıl çıkarım? Dünya durdukça arkamdan lanet okunacak. Sen beni bağışla Allah’ım!” diye ağlayıp sızlanıyormuş.
Onu gören oğlu, “Üzülme babacığım” demiş, “Ben senin arkandan lanet değil rahmet okuturum. Senin yüreğin rahat olsun.” Hırsız birkaç gün içinde ölmüş. Evin geçimi oğluna kalmış. Oğlu da babasının yolundan gitmiş. Ancak babasının aksine girdiği evden sadece değerli bir iki şey almaz, ne bulursa toplar götürürmüş. Arkasında ne iğne bırakırmış ne iplik, ne leğen bırakırmış ne ibrik. Öyle ki, evleri soyulanlar babasını mumla arar olmuşlar, “Aaah ah, babası da hırsızdı ama Allah rahmet eylesin, bunun gibi malın gözü değildi. O ihtiyacı olanı alır çıkardı. Bu evin kökünü kurutuyor!” demişler.
İşte böyle, gelenin gideni mumla arattığı, yeninin duman attırdığı, öncekinin suçunun gölgede kaldığı durumlar için kullanılır bu deyim.
- - - - - - -