Ilgaz Dağı’nın zirvesi hala karla kaplı ama, Mayıs ayında

bahçelere domates dikme zamanı gelmişti. Atmanın dibindeki elma

bahçemizin güneş alan kısımlarına dikim yapmak yerlerini

hazırlamak için erken kalkmıştık.Babam eşeğe iki çuval kuru hayvan

gübresini akşamdan doldurmuştu.Pazar günü olduğu için bende

babama yardım edecektim.Annem sıcak tarhana çorbasının içine

kurumuş ekmekleri doğrayarak gelin sofraya ,soğumadan yiyin biz

sonra yeriz dedi.Kardeşlerim Fadime ve Mehmet daha uyuyorlardı.

Babam sabah namazını kılmış,Yasin-i Şerifi okumuş, duasını edip

elin yüzüne çaldı.Bana dönerek “Yine kaytardın sabah namazını değil

mi. Kuzum dünyada bin sene de yaşasan ahretini karartma.Sonsuz

cenneti burada ibadet, hayır ve dualarla kazanacaksın. Namazını

kıl,duanı yap,Allaha bağlan,kimse sana zarar veremez. Haydi gel

yiyelim de gidelim yarım saate ancak varırız”. Yanan sobanın

üzerinde hamurlu ekmek (bazlama) de ısıtıyordu annem.Besmele

çekerek içinde ekmek doğranmış çorbayı içtik.Yanında bir ekmeği de

yedik.Annem “ üç ekmek,iki yumurta,iki baş soğan koydum.Orada

gürleyik,karakavuk,kuş göyneği otlarından da toplayın” Allah işinize

kolaylık versin, şu kuru ekmeği de Çomara verin suda ıslatıpta”

diyerek uğurladı bizi. Eşeğe hazırlanmış gübreleri sardık ,azık

torbamızı,bel ,kürek,kazma ve baltayı semerin iki yayanlarına

bağladık. Köpeğimiz çomar ile birlikte yola çıktık. Çobanın hoo hoo

diye sığır otlamaya gidecek inekleri çıkarın sesleri,köpek havlamaları,

komşuların birbirinden sesli istekleri arasında köpeğimiz çomar ile

birlikte yola çıktık. Güneş dağlarımızın zirvesi Karakaya’nın tepesini

okşarken, yoksul evlerin bacalarından çıkan odun dumanları, rüzgarın

istediği yöne dönüyor, sefaleti saklarcasına , haydi uyanın çocuklar !

Arkadaşınız Ali bahçeye çalışmaya gidiyor, sizde üretime katkıda

bulunun der gibiydi. En azından ben böyle düşünüyordum çocuk

aklımla.Çomar yolların aşinasıydı,önden gidiyor,eşeğe daha hızlı

yürü der gibi arada geriye dönüyor , bana babama sürtünerek neşeyle

sağı solu koklayarak yürüyor, geçenlere havlarken bizim tepkimizden

de çekinir gibi kuyruğunu sallıyordu. Köyümüzde herkesin köpeği

vardı.Köroğlangilleri bir de tatar Hasan’ın davar sürüleri olduğu için

onların köpekleri daha iriydi,ağıllarda kalırdı onlar.Köydekiler av ve

fazla iri ve saldırgan olmayan köpeklerdi. Köpek sesinden

uyuyamadığımız çok geceler olmuştur.

Bağ ve bahçeler köyümüzün güney cephesinde ormanın içine

kadar uzanır. Mezarlığı geçerken, ölmüşlerimize duamızı da

okuduk.Daha huzurlu yürüyorduk.Babam. “Adem’den bu yana kaç

nesil geldi geçti.Bu mezarlıkta yatanların sayısı köyümüzün şu anki

nüfusunu ikiye katlar.Dünya boş kuzum ama, peygamberimiz hiç

ölmeyecekmiş gibi dünyan için,yarın ölecekmiş gibi ahretin için

çalışacaksın, buyurmuşlar”. Bahçeye gelince işçi gibi, okulda öğrenci

gibi çalışacaksın ki, Alamanları yakalayacaksın.Yoksa elin gavurunun

tuvaletlerini temizletirler.Rahmetlik deden Çanakkale’de bizim için

gazi oldu. Senin hedefin öğretmen olmak unutma. Her şeye dikkatli

bak, iyi öğren,unutma.” Nasihatları arasında bahçeye

geldik.Karşımızdaki Ilgaz dağlarına güneş ışığını örtmüş, bizim

dağlarımızın derinliklerindeki koyu gölgeler güneşe kafa tutuyor

gibiydi. Gübreyi ve eşyalarımızı indirerek, eşeği yeşil otların çok

olduğu bölüme bağladım. Fasulye ekeceğimiz takman (tabla) ları bel

ve kürekle yapmaya başladık. Babam önce sulanabilecek büyüklükte

çevresini belirliyor,kaş (sırt)larını çeviriyor, ben de yumuşak

bölümlerini babamın tarifiyle belliyordum.

Bahçemiz Atmanın dibi, Ecir’in kavşağı olarak bilinen ormanla

birleşik üç dönümlük bir alanı kapsıyor.Amcam ve halamın

hisseleriyle on dönümü buluyordu. Dedemin aşıladığı elma ağaçları

ve kızılcıklar bu alnın içindeydi. Ormanın dibinde kullanımı bize ait

olan Ecir’in kavşağında eşme(pınar) kaynak suyumuz ,alt tarafımızda

Isıtma pınarı ve türbe vardı.Yağmur duaları bu türbede yapılırdı.

Babam, “altı takman(tabla) yaparız inşallah.İki tanesini bitirmek

üzereyiz. Sen fazla yorma kendini.Eşeğe bak,otları yemiştir. Yukarı

elmanın yakınına götür bağla ,kıyıların dibindeki otları yesin, testiyi

getir de su içelim” diyerek getir, götür işlerini de yaptırıyordu.

Güneş yükseldikçe, çalışma hızımız düşüyordu.Öğle olmadan

üçüncü takmanı da bitirmemiz gerekiyordu. Acıkmaya da başlamıştık.

“Çomarın ekmeğini ıslatta ver köpeğe acıkmıştır.” Üç ekmek iki

yumurta iki soğan vardı.Birazda bahçemizdeki yenen otlardan

toplayacaktık. Elimdeki kürekle azık torbamızı saklar gibiydim. Bu

düşünceler içinde yorulmaksızın çalışırken babam seslendi. “Ali,

kuzum sen küreği bırak,çık dışarı,bağır yakında olan komşular

duysun,Allah ne verdiyse yeriz,bağır gel birazda ot toplayalım onlar

gelinceye kadar”. Dedi. Çok acıkmışım demek ki. “ Ya baba, üç

emeğimiz var,iki de yumurta bize ancak yeter, çağırmayalım” dedim.

Babam; “bak kuzum bunu unutma. Misafir on nasibiyle gelir, birini yer

,dokuzunu bırakır. Hem nasibi olan gelir.Haydi sen şu testiyi doldur

gel bakalım.” Yüz metre uzağımızda olan Isıtma pınarından testiyi

doldurup geldim,yemek yiyeceğimiz ağacın dibine koydum.”Haydi çık

bağır” dedi babam. İsteksiz isteksiz çıktım. Elimi ağzımın bir kenarına

tutarak, yemek yiyeceğiz, karnı aç olan buyursun! diye dört yöne

dönerek bağırdım.Babam seslendi, “Aliiii gelirsem yanına… kendin

bile duymadın bağırdığını. Ne öyle, boğazından tilki tutmuş horoz gibi

gıyık gıyık. Habeş gibi, Arap Hakkı gibi bağır. Yazıçamdan, Çepni’den

duyulsun”. Ne olursa olsun diyerek gırtlağım yırtılırcasına, yemek

yiyeceğiz, karnı aç olan buyursunn!” Diye,dönerek bağırıyordum.

Ormana doğru da aynı şekilde bağıdım kiii… Katır ve atlarla dört kişi

geliyordu. Dura kaldım ve şaşırdım.Dururlarsa diye korktum.Üç

ekmeğimiz var altı kişi.Bu düşünceler içindeyken yanıma kadar

yaklaştılar…Kasketli kalın bıyıklı,güçlü kuvvetli amca,”kervan durrr!

Öğle yemeğimiz çıktı.İki katır iki atın üzerindeki yükleri indirirlerken,

ben babama koştum, heyecanla , dört kişi baba dört kişi geliyor,

dağdan doğru geldiler dedim. “Tamam torbayı getir, çıkını aç

ekmekleri yumurtayı,soğanı çıkının üzerine koy.” Dedi.

Pazartesi günleri ilçemiz Tosya’nın pazarıdır. Elli dört

köy,Taşköprü, Kargı,Ilgaz ilçesinin sınır köyleri mutlaka gelir, Çankırı

İli Yapraklı ilçesinin öteyüz dediğimiz köylerinden Pazar gününden

gelerek Kargın,Kayaönü, Çepni köylerinde konaklayıp, erken

saatlerde kalkıp pazara ulaşırlardı.Gelen Amcaların yükleri vardı bir

şeyler satacaklardı belli ki.

Babam bahçeye giren misafirleri giriş yerine giderek karşıladı.Hoş

geldiniz buyurun diyerek bizim sofranın yanına getirdi. Tahminen eli

yaşlarındaki pala bıyıklı amca bana bakarak, “ adın ne bakim senin?”

Ali,dedim. “Ali ,bağırıp duruyordun buyurun diye,bu bazlamalar bana

yetmez nasıl olacak şimdi?” Derken, omuzlarındaki heybeyi de yavaş

yavaş indirdiler. Pala dayıya, siz nasılsa on nasiple geldiniz, birini

ancak yersiniz. babam öyle diyor. sözüm bitmeden, babam araya

girdi. “Kusura bakmayın, çocuk aklına geldiği gibi konuşuyor,

buyurun” diyerek oturmalarını söyledi. Öte yüz köyünden gelen

amcalar, sofraya oturdular.Kendi çıkınlarının dışında teker kıyma,

peynir,zeytin, pastırma,benim üç bazlamadan daha büyük dört tane

somun çıkardılar.Pala dayı bana dönerek “ Ali gelen olmadı,demek

bunlar bizim nasibimiz.Herkes nasibini yer haydi buyurun

bakalım,bismillah” deyip somunu Tosya bıçkısı ile dilimledi.Kabuğu

sert ama, içi çok tatlıydı.Siyah kahve rengi bir renkteydi.”Üveyik ve

sümter unundan et gibidir ye bakalım!” dedi. Peynir ve teker kıyma

dışında zeytin, pastırma hiç yememiştim. “Biz soğan yemeyelim,

kokmayalım, malum köy odasında misafir olacağız. Pastırmayı ben

özel yaptırdım,sarımsak yok.” Dedi Pala dayı.Pastırmanın yarısını

kesti ince ince, benim özellikle yemem için çaba gösterdi. Biraz

uzağımızda uslu uslu sofrayı gözetleyen Çomara ilişti gözü Pala

dayının, bana dönerek “ Sen mi terbiye ettin bu köpeği hiç sümtüklük

yapmıyor, ona da şu kıymadan verelim” diyerek , kıyma tekerinden

büyükçe bir parça, birazda somundan keserek çomara verdi.

“Bunlarda can, ağzı yok,dili yok iyi bakmak lazım. Eşeğe de iyi bak

tamam mı evlat!”Dedi. Kafam öyle karışmıştı ki, rüyada sandım

kendimi. Pala dayının cömertliği ve hayvan sevgisine hayran

kalmıştım.

Pala dayı babama dönerek, “niye durdum burada biliyor musun ?

Kesmeden devam etti. “On, on iki yaşlarındaydım, rahmetli babamla

(bahçemizin dışındaki büyük ortak elma ağacını göstererek) şu elma

ağacının dibinde durduk. Babam namazını kıldı,yemeğimiz yedik. Bu

bahçe yoktu o zamanları tarla gibiydi.Yalnız yakınımızdaki şu elma

ağcı vardı.Bunun elmaları kırmızı bizim altında oturduğumuz ağacın

elmaları yeşildi. Ben o elmalardan torbama biraz doldurayım yolda

yerim diye elmanın yanına doğru geldiğimde , kolu çolak ,ayağı topal

bir yaşlı adam dibine düşen kırmız elmaları topluyordu. Beni fark

etmedi.Topladığı elmaları az güneşli tarafa götürerek hoşaf yapıyor

güneşe seriyordu. Biraz izledim. Elma toplamaktan vazgeçerek geri

geldim. Babamla pazarda iki yük fiğ satacaktık.Yine böyle bir Pazar

günüydü. Babamla iki katıra yükleri sardık, tam gidecektik ki o topal

amca , bir torba kırmızı elmayı dalından toplamış getirdi. Kusura

bakmayın sizi geç gördüm, ölmüşlerimizin canı için bu elmaları yiyin

dedi. O gün bu gündür buradan geçerken hep o topal amcayı hatırlar,

duygulanırım.” O anda babam tasa testiden su koydu, bir yudum aldı.

Gözlerinden sicim gibi yaş akıyordu.İçini çekerek “ O benim babamdı,

gaziydi. Çanakkale Savaşı’nda kolu ve ayağı sakat kalmış!” Diyebildi.

Benim de boğazımda kalmıştı lokma. Bir müddet sessizlik oldu.

Herkes aynı tasa testiden su koyarak içti. Pala dayı,” bir Fatiha

diyelim ölmüşlerimize” diyerek babama dua yapmasını söyledi.

Babam, uzunca bir dua yaptı.Fatiha dan sonra, misafirler heybeleri

alıp “köye inelim” diye birden kalktılar. Babam içini çekiyor gözlerini

siliyordu. Öte yüzlü amcalar heybe ve çıkınlarında ne varsa bizim

çıkına boşalttılar. “Allaha ısmarladık” deyip bahçeden ayrıldılar.

Bıraktıkları ekmek, kıyma biraz pastırma, bir kilo civarında peynir,

naylona sarılı yarım kilodan fazla zeytin, üç tam somun ve kesilen

somunun yemediğimizin yarısı, bizim üç bazlama ve iki yumurta

çıkının üzerindeydi. Misafirlerin yüklerini sarmasına yardımcı oldu

babam. Ben sofranın başındaydım. Babam testide kalan suyun bir

kısmıyla yüzünü yıkadı. Duygu yükünü atamamıştı. “Yumurtalar

bozulur birer soyup yiyelim” dedi soyarak yedik. İlk defa ekmeğe

katık yapmadan bir yumurta yemiştim. “Kuzum bunları torba ve çıkın

almaz. Yukarıdaki elmanın dalına annen saman çuvalı sıkıştırdıydı

lazım olur diye, bak ordaysa getir!” Dedi. Hızla gittim, çuval burada

baba! Diye bağırdım. “Dışarıda akan suda için dışına çevirerek yıka

kuzum ,kurusunda bunları koyarız” dedi.

Sofrada olanları yan yana toplayıp gölgeye alarak korumaya

aldık. Kıyma,peynir ve pastırmayı torbaya koyarak dala astık. Babam

öğle namazını kılmak için abdets aldı. Bende eşeği suladım, otlama

yerini değiştirdim.

Babam “altı takman yaparız” diyordu. Öğleden sonra hava biraz

daha ısındı.Çalışma hızımız düştü.Dördüncü takmanı yapınca babam,

“bu gün yeter kuzum, bu yiyeceklerde bozulmasın gidelim, eşeği getir

de.” Kendisi çuval, torba ve çıkına misafirlerden kalan yiyecekleri

koyarken, yüzüne mutluluk geldi. Bana “ Gördün mü kuzum, azığımız

yetmez diyordun? Yeter ki yaptığın işi riyasız yap. Allah yardım eder.”

Sözlerini söylerken, temiz yüreğinden bana doğru iyi insan olma

erdemini yüklüyor gibiydi. Çomar açık sofranın kenarında başını

ayaklarını arasına koymuş, sofrayı korumanın gururu ve ilk kez

kemiksiz et yemenin mutluluğunu bakışlarıyla belli ediyor, gülüyordu

sanki.

İkindi üzeri eve geldiğimizde, yükümüzün farklı olduğunu gören

annem hayretler içinde kalmıştı. Somun ekmeklerini beş gün yedik.

Kıymayı bir aya yakın tarhana çorbasına kattı.Pastırmayı çiğ et diye

yemedi annem. Zeytinleri de kara diye kardeşlerim yemedi.

Hayatımdaki bu da olmaz denilen olayları yaşarken, Öte Yüzlü

Pala dayının, köpeğimize kıyma verişini, dedemin elma getirişini

anlatışını ve babamın ağlayışını, çocukluğumun paylaşım, içtenlik,

emeğe saygı, merhamet ve iyi insan olma yolundaki ilk adımlarından

olduğunu hatırlar, belki de okuma yazma bile bilmeyen bu

insanların şahsıma olan katkılarına minnet duyarım. “İçinizde ne

varsa , dışınıza onu akıtırsınız” sözünü hatırlarım.

ALİ

Olmadı değil hani

Sağa sola çattığı

Başkasının yangınında

Öfkesini ısıttığı….

Pehlivandı, delikanlı…

İnsan kalma sözü vardı

Bulutlara yükledi

Özgürlüğün destanını

Aldığını tartamadı

Dostlarını satamadı

Ter akıttı ekmeğine

Haram sofra açtırmadı

Öncesi yok, sonrası çok

Aç kalsa da gönlü tok

Güneşe yol çizer

Sevdasından bir ok

Yunus dilli, dağ yürekli

Bir akar ki sevgi seli

Yatar uyur dizinde

Beş yaşında çocuk gibi…

Veriyorsa canındandır

Seviyorsa narındandır

Diyorlarsa adı ALİ !

Bilesin ki şanındandır…