Sanırım beş altı yaşlarındaydım. Köyümüzün arazisi engebeli oyun alanları yok gibiydi.  Yaş grubundan arkadaşlarımızla zaman zaman çeşitli oyunlar oynardık. Saklambaç, ağaca tırmanma uzaklara taş atma, harman  yerinde de çelik çomak oynardık. Arasıra anlaşmazlık ve ufaktefek kavgalarımız da olurdu ama uzlaşma yoluna giderdik.Komşularımızdan Göllü'nün  Bahattin, Satılmış’ın Bekir’in İbrahim, Amca  oğlu Ömer, Tırkı Ahmet’in Ünal bir araya gelir, zaman zaman   küçük  kardeşleri de bize katılır,annelerimiz çağırıncaya kadar oynardık. Mahalle arkadaşlarımızla  tarla, bağ, bahçe işlerinde de bir araya gelirdik. Annelerimiz bir elmayı  dahi çocuğuna tek olarak vermez hepimize paylaştırırdı. Haftada bir iki gün yapılan güreş  antrenmanlarını izler, hepimiz güreş tutardık. Çocuklar istediği eve girer çıkar, kimse de güvensizlik duygusu yoktu.

           Bir gün akşamüzeri köye erken. Gök gürlüyor hava bir kararıp bir açılıyordu, tarlada, bahçede çalışanlar evlerindeydi. Arkadaşlar ve birkaç küçük çocuk daha bizim evin önündeki iğde, elma, ayva ağaçlarına tırmanıyor kendimizce  oyunlar oynuyorduk. Evler çoğunlukla ahşap  yapılı, hemen hemen hiç birisinin üzerinde kiremit yok, ahır alta üstü ev. Hatta samanlık ve evler yan yana. Hijyenik ortamdan uzak, doğayla  iç içe. Renk renk  ucuz pamuklulardan  giysilerimizle çiçek tarlası gibi oluyorduk yan yana geldiğimizde. Köpek havlamaları, eşek anırmaları, sığırdan gelen ineklerin ahıra girme ve yavrularıyla koklaşma telaşları, Feride teyzenin  “Bahattin, yağmur yağarsa ıslanma çabuk gel eve” sesleri arasında bizim çocukça koşuşturmalarımız devam ediyordu.     

             Arkadaşlarımızdan birisi   iğde  ağacındaki  kuş yuvasını gördü, hızla yuvaya doğru tırmandı, içinde kuş yavruları var diye bizlere işaret verircesine elini kaldırınca  dengesi  bozuldu  galiba, kuş yuvasını yere düşürdü. İçinde birkaç yavru varmış  henüz tüyleri çıkmamış et parçası gibiydiler. Biz ne olduğunu anlamadan  aniden  bir kedi gelerek yavruları bizim şaşkın bakışlarımız arasında ağzına alarak kaçtı. Hepiniz dona kalmıştık. Aradan birkaç dakika geçti ki  kuşlar yuvanın olduğu alana doğru hücum ederek  iğde ağacının tüm dallarını işgal ettiler, kısa bir süre sonra daha da çoğalmışlardı. 

             Annem kapının önüne çıkarak “Ne oldu kuzum, niye geldiler ne istiyor bu kuşlar?”  Şaşırmış ve çok korkmuştum.  Anneme “Ünal kuş yuvasını bozdu, yavrular yere düştü, onları da kedi kaptı kaçtı” dedim. Annem “bak kuşlar yavrularını arıyor, bulamazlarsa size saldıracaklar , hadi dağılın oradan bir daha yaramazlık yapmayın” deyince herkes kaçıştı. Ben de eve girerek kapı aralığından korku dolu bakışlarımla, kuşların hareketleri izledim. Tırnakları  her türlü güçleri, öfkeli sesleriyle  iğde ağacıyla kavga ediyorlardı sanki . Oysa yuvayı çocuklar bozmuş yavruları ölüme biz terk  etmiştik. Bir kazaydı belki ama yapmamalıydık, arkadaşı uyar malıydık. Hemen dışarı çıkarak samanlık, evin diğer köşelerine saklanarak, korkulu,ürkek  birazda suçluluk duygusuyla kuşların  yavrularını  bulmak için verdiği kavgayı izleyen  arkadaşları el işaretiyle kuşların göremeyeceği evin arka köşesine çağırarak “kaçın,kuşlar bize saldıracak, gözümüzü çıkaracakmış annem söyledi” dedim. Herkes çil yavrusu gibi dağıldı. Aynı gurup arkadaşlarla uzun süre bir araya gelmedim kuşlar saldıracak diye.

        O gün bugündür kuşları gördüğümde hep kedinin kaptığı kuş yavrularını düşünür ve  tüm kuşlardan utanırım. Yıllar Sonra iğde ağacının  yanında babamın bana verdiğin erik ağacı yanmış,  gövdesine çiviler çakılmış halde görünce; o çocuk  yaramazlığımızı ve erik ağacına duyduğum sevgiyi şiire dönüştürdüm. Kuşlar ve erik ağacı beni  olgunlaştıran, doğa, insan sevgisini geliştiren “dünya hepimizin yaşam alanıdır”  duygusunu  güncel tutmamı sağlayan bir öğreti  kaynağım olmuştur. 

     ERİK AĞACIM

Taşıyla  toprağıyla

Gökyüzü,  güneşi, yıldızı ayıyla

Bizimken  dünya;

Büyüyorduk  düşe  kalka.

Ağaçlarımız  vardı ,

Evimizin  bahçesinde.

Bir  de  küçük erik ağacı…

 En çok da onu severdim.

“Sula, büyüt senin olsun”  demişti babam.

Yaslanıp gövdesine uyurdum bazen.

 Gece gündüz  su verdim.

O  yeşillendi, ben  neşelendim.                                                                                               

Eğilirdi  dalları  üzerime,

Çıkabilseydi  topraktan

Koşacaktı  benimle…

Sarı  sıcak  günleriydi  güneşin.

Biz  mahallenin  yaramazları,

 Bir  kuşun  yuvasını  bozmuştuk;

Yavrular  varmış  içinde.

Düştüler yere, kalkamadılar.

Korkup  kaçtık  oradan.

Daha  rüzgâr  değmemişti  kanatlarına;

Oyunumuzun  kurbanı  oldular.                                                                                                        

Suçlu  bizdik,

Kuşlar, ağaçları  sorguladılar.

İnanın  bin  bir  kere pişmanım!

O  gün  bu  gündür,

Bütün  kuşlardan utanırım.

 

Bırakıp  gittim bir gün,

Ayrı  kaldım

 Evim  ve  erik  ağacımdan.

Döndü  devran, geçti  zaman

Hasretimiz  bitti  derken;

Yıkıldım!

Hangi  yürek  dayanır  buna!

 Karıncalar  yuvalanmış,

Yanmış, sararmış bir yanı.

Paslı  çiviler  çakılmış  yarasına.

Beraber  büyüyecektik  hani!

Kuşlar  konacaktı  dallarına,

Başıma  düşecekti  meyvelerin,

 Resmini  çekecektim;

Sevdiğim  kızla, senin!

Erik  Ağacım!

Oldu mu şimdi?

Neden  direnmedin?

“Yaşamak  benim  de  hakkımdır!” demedin.

Ağlamayacağım  işte!

Yakışmaz  bize  yas  tutmak.

Bak,  ŞİİR  oldu  kuruyuşun!

İhanete  meydan  okuyor;

Dimdik,  ayakta  duruşun!   

                                                                                                                                       

                 KİŞİ

              Sevgisi kadar     MUTLU

             Bilgisi kadar     KARARLI

             Ürettiği kadar      ONURLU

            Paylaştığı kadar  BÜYÜK

            Merhameti kadar    SAYGIN

            Dürüstlüğü kadar   İNSANDIR