Bir ülkede; doyurulmayan,giydirilmeyen yoksullardan,eğitimsiz,cahil bırakılan insanlardan,haksız kazanç,rüşvet ve yolsuzluktan,doğal çevrenin korunmasından,insani değerlerin erozyona uğramasından ,o ülkede yaşayan herkes, teker teker sorumlu değil midir?
Toplumsal hayatta insanların rahat, huzur,refah ve güven içinde yaşayabilmesi için,bir takım görev ve yükümlülüklerin bireyler tarafından yerine getirilmesi gerekir.Nasıl bir ailenin huzur ve mutluluğu,o aile içinde belli bir düzenin kurulmasına, aileyi oluşturan bireylerin görevlerini yerine getirmesine bağlı ise,toplumların durumu da böyledir.
Örneğin, tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgın hastalık süreci toplumsal sorumluluk anlayışının önemi ve evrenselliği bağlamında, son derece çarpıcı bir örnektir. Bu konuda kamu otoritelerinin,hastalığı önlemeye yönelik,almış oldukları maske-mesafe-hijyen gibi tedbirlere titizlikle uymak insanlığımız gereğidir.Toplumsal sağlığımızı tehlikeye atmamak ve sağlık çalışanlarımıza yardımcı olmak, hepimiz için aynı zaman da vicdani bir zorunluluktur
Sorumluluk bilinci, erdemli bir yaşamın olmazsa olmazıdır. İnsan hayatına anlam katan, onu gayesiz ve amaçsız yaşamaktan kurtaran güzel bir özelliktir. İnsan bu bilinç ve duyarlılıkla çevresini güzelleştirir, insanlara yararlı olmak için çabalar,dünyayı imar ve inşa etme idealiyle yaşamını sürdürür.Böylece yarınlarımızın teminatı çocuklarımıza,gençlerimize huzurlu,mutlu ve daha yaşanabilir bir dünya bırakma noktasında,gerekli duyarlılığı göstermiş olur.
Bakın Yusuf Has Hacip ne güzel söylemiş:
‘’ Eğer ki iki dünya diler isen,
İlacı iyiliktir yapar isen.
Eğer iyilik bulmak diler ise özün,
Yürü iyilik yap,bırak gerisini sözün.’’
Bu anlayışa sahip olan kimseler, toplumsal hayatının her alanında bu bilinçle hareket edip, sadece insanlara değil, bitkilere, hayvanlara ve tüm canlılara şefkat ve merhametle davranmayı yaşam tarzı haline getirir. Tüm insanlığa maddi ve manevi bakımdan faydalı olmaya çalışmak, iyi insan olmanın vasıflarındandır.Çünkü,yeryüzü insanoğluna,bütün varlıklar için bir emanet olarak verilmiştir.Tüm canlıların hizmetine sunulmuş ve bir denge üzere yaratılmış olan doğal ve sosyal çevremize karşı duyarlı davranmak,hepimizin ortak görevlerindendir.
Ancak,kendimizin ve aile bireylerinin ihtiyaçlarını karşılamak,yakınlarımıza, topluma yük olmamak için çalışmak,üretmek,kazanmak sorumluluklarımız arasındadır.Yine aynı şekilde,hakkımız olmayana el sürmeyerek,kamu mallarını özenli kullanmak ve korumak da insani,vicdani özelliklerdir.
Hak,hukuk,adalet,iyilik,merhamet,dayanışma duygusu gelişmemiş insanların en büyük zararı kendilerinedir.Kalplere huzur veren, iyilik ve dayanışmanın mutluluğundan mahrum kalmış olurlar.Oysa imkanlar ölçüsünde bölüşmek,paylaşmak keyifli,kutsal bir davranıştır.
Yunus Emre’nin hocası Tapduk Emre’nin dediği gibi:
’’Tokun,açın halini unuttuğu bir memlekette,ne dirlik kalır,ne birlik.O vakit biriktirme ver,azdan az,çoktan çok ver.’’
Sorumluluk duygusunu belirleyen,insanın içinde yaşadığı toplumun kültürel,dini,vicdani değerleridir.Toplumların ortak kabulüne dayanan bu değerlerin,normların aşınması,sorumluluk bilincinin körelmesine,yıpranmasına neden olur.Bunun sonucu olarak da insanlar,kanunlara yakalanmadığı sürece hırsızlık,yolsuzluk,dolandırıcılık,haksız kazanç gibi,gayri ahlaki yollara başvurmaktan çekinmez.Bu durum da insanlar arasında toplumsal bağların zayıflamasına yol açar, toplumları içten içe çürütür,yozlaştırır.
Çözülmenin engellenmesi için,zafiyete uğramış toplumsal değerlerin-öncelikle topluma önderlik edenler tarafından-yaşanarak söz konusu bilincin canlandırılması,yeşertilmesi gerekir.İnsanın kendisini sorumsuz ve başıboş hissetmesi bireysel ve toplumsal hayatı için,bir felaket olabilir.Çünkü,böyle bir anlayışa sahip insan için,onu kötülüklerden,çirkinliklerden,haksızlık ve hukuksuzluklardan uzak tutacak bir engel kalmamış olur.
Oysa diğer insanlara faydalı olmak,iyilik etmek,insanı yücelten,iç huzura kavuşturan erdemli bir davranıştır.Önce bireysel, sonra toplumsal alanda varlık gösteren sorumluluk bilinci,insanın varoluş gayesinin esasını oluşturur.İnanan bir insan için ibadetlerin şekli kısmı,halk arasında dindarlığın göstergesi gibi algılanmakla birlikte,dindarlık sadece bunlardan ibaret değildir.
Esas olan şeklin arkasındaki manayı doğru anlamak ve gündelik hayatında yaşamaktır.Yani, çevreye karşı duyarlı,yaratılmışlara karşı merhametli,insanlarla ilişkilerinde ilkeli,haktan-hukuktan yana,dürüst,toplumsal duyarlılık bilincine sahip,örnek kişi olmalıdır.Bu konuda Allah Teala:
‘’Sizden,hayra çağıran,iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun.İşte kurtuluşa erenler onlardır.’’(Ali İmran-104)buyurmaktadır.
Aynı şekilde islam’ın öngördüğü zekat ve sadaka,insanda başkalarını da düşünerek,merhamet ve iyilik duygularını geliştiren,toplumsal barışın ve dayanışmanın sağlanmasına katkıda bulunan,bir ibadet,bir sosyal güvenlik aracıdır.
Demek ki,imkanlarımız ölçüsünde yardıma muhtaç olanlara elimizi uzatmak,içinde bulunduğumuz çevreye ,hayvanlara ve tüm canlılara karşı duyarlı davranmak ,iyiliği yaymak,insanlara yararlı olmak vicdani yükümlülüğümüzdür.
Çünkü,’’İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.’’
Sözlerimizi sevdiğim şairlerimizden merhum Abdurrahim Karakoç’un dizeleriyle bitirelim;
‘’Bizi rahmetinle ıslat Allah’ım,
Yürekler taş gelip taş gitmesinler.
Kavuşsun sevgiyle vuslat Allah’ım,
Bayramlar boş gelip boş gitmesinler.’’