Tüm insanların yararlanma hakkı olan, okul, hastane, yol, orman, park gibi mekanlar, kamu hizmetine tahsis edilmiş araç-gereç gibi değişik eşyalar, yer altı- yer üstü kaynaklarımız kamu malı olarak değerlendirilmektedir.
Devletin hazinesi de dahil olmak üzere, bu malların, kaynakların hepsi milletten toplanan vergilerle elde edilir. Dolayısı ile bunların hepsi vatandaşa ait olup, yönetici konumunda bulunanlar ’’emaneten’’ millet yararına olacak şekilde kullanmakla görevlidirler.
Yönetim sorumluluğunu üzerine alanların en önemli görevleri, kamu kaynaklarını ihtiyaç öncelik sırasına göre ve toplum yararına olacak şekilde planlamaktır. Daha sonra da, toplumsal refahı artırmak için eşit, adil ve şeffaf bir şekilde dağıtımını sağlamak… Tüm toplumu, kendisini, ailesini, yakınlarını düşündüğü gibi düşünmek…Kamu hak ve imkanlarının, hakkaniyete uygun olarak yerlerine ulaşmasını sağlamaktır…
Örneğin, ekonomik, siyasal, sosyal her türlü imkana sahip olanların çocuklarının sahip olduğu fırsatlara, sıradan vatandaşların, dağdaki çobanın çocuğu da sahip olmazsa, hukuktan, adaletten, ahlaktan bahsetmek bir anlam ifade eder mi? Hakkaniyet güneşi batarsa, insanlık ölmez mi?
Çünkü, ‘’Toplum sevgi ile kaynaşır, adaletle yaşar, dürüst çalışmakla ayakta kalır.’’
Kamu malları millete ait olup, onda dulu, yetimi, yoksulu, zengini ile her bireyin, tüm toplumun, hakkı bulunmaktadır. O halde, millet adına üstlendikleri emanetin gereği yöneticilik yapanlar bu malların, kaynakların kullanımı ve dağıtımı konusunda, özel mülk duyarlılığı ile hareket edip, israf ve savurganlıktan, hor kullanmaktan sakınmalıdırlar.
Sadece kamu görevlileri değil, herkesin gündelik yaşamının her alanında, devlet malını kendi malı gibi koruması, zarar vermekten veya zarara yol açacak davranışlardan uzak durması gereklidir. Kendi evinde gereksiz yanan bir lambayı söndüren anlayışın, devletin lambasına karşı da aynı duyarlılığı göstermesi gerekmez mi?
2014 yılında 300 işçinin hayatını kaybettiği Manisa-Soma’daki maden kazasından kurtulan işçilerden birisinin ambulansa alındığında, sedyeye yatırılırken, ayaklarındaki çizmelerin sedyeyi kirleteceği kaygısıyla;
‘’Çizmeleri mi çıkarayım mı? ’’diye sorması Anadolu insanının irfanını ve vicdanını göstermesi bakımından önemlidir. Bu durum ’’tüyü bitmemiş yetimin hakkı’’ kamu malına karşı olan ahlaki ve vicdani duyarlılığı göstermektedir. Böyle örnekler toplumsal yapımız adına geleceğe dair, umut verici ışıklardır…
Ancak, maalesef ’’Devlet malı deniz, yemeyen domuz’’ Bal tutan parmağını yalar.’’ ’’Harman süren öküzün ağzı tutulmaz’’ ’’Su akarken testini doldur’’ gibi, çürümüş zihniyetle yaşamını sürdüren insanların olduğu da bir gerçek…
Halbuki, devletin malı yoktur, o mal milletindir. Milletin malı da harcama sorumluluğunda olanlara emanettir. ’’Kim emanete (kamu malına) hıyanet ederse, kıyamet günü hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir.’’ (Al-i İmran,161) Erdemli insanlar için, bu konularda hakkaniyete uygun davranmak ise, dini, milli ve ahlaki bir görevdir.
Dini kaynaklarımızda, kamu malından bir şeyi kendi zimmetine geçirmenin vebali öyle büyüktür ki, Peygamberimiz böyle kimselerin cenaze namazını bile kılmamıştır;
Hayber seferi sırasında ölen birinden söz ettiklerinde Hz. Peygamber şöyle buyurdu;
-‘’Arkadaşınızın cenaze namazını, siz kılın’’
Bu sözü duyan sahabenin yüzü renkten renge girdi. Bunu gören Hz. Peygamber dedi ki;
- ’’O arkadaşınız kamu malından bir miktar aşırmıştı. Sebep işte budur. ’’Bunun üzerine sahabeler ölen adamın eşyasını karıştırıp baktılar ki, bir de ne görsünler; Yahudilerden ganimet olarak ele geçmiş bir deri pabucu aşırmış.’’(İbni Hanbel,Ebu Davud)
Kişisel menfaat için kamu malını talan etmek, yakınlarına peşkeş çekmek, zimmetine geçirmek, görevi kötüye kullanmak, rüşvet alıp- vermek, vergi kaçırmak gibi davranışlar, tüm toplumun hakkına hukukuna taalluk eden, büyük vebal ve hukuki, cezai sorumluluğu olan eylemlerdir. Demek ki, bu anlayış, kanunen de, ahlaken de, dinen de doğru değildir.
Dini literatürde kul hakkına ne kadar çok önem verildiğini, üzerinde hassasiyetle durulduğunu hepimiz biliyoruz. Tabii, sadece bilmekle kalıyoruz o da ayrı bir konu…İnsan, inandığı gibi yaşamayı bırakınca, çeşitli gerekçeler uydurarak yaşadığı hayata inanmaya başlıyor…
Halbuki, kul ve kamu hakkı, hak sahipleriyle, mağdurlarla helalleşmeden affedilmeyecek haklardandır. Kamu hakkı tüm milletin hakkına tecavüz oldu için, helalleşmenin de ne kadar zor olacağını, hatta mümkün olmayacağını söyleyebiliriz…
Demek ki, insan hakkı yiyenleri, toplum hakkını talan edenleri, devleti-milleti zarara uğratanları yaptıkları ibadetleri bile kurtaramaz. Çünkü kamu malına zarar veren kimseler tüm topluma karşı suç işlemiş ve vebal altına girmiş olurlar.
İşte bu nedenle, ahlak ve vicdan sahibi insanlar için, yönetim sorumluluğu ateşten bir gömlek gibidir. Zira, kamu malına hıyanet eden, insani ve ahlaki değerlerini kaybeder. Hakkaniyet ölçülerine uygun insan ilişkileri ise, dünyada huzura, ahirette kurtuluşa vesile olur.
Öyle ise;
İnsan/kamu hakkı ile huzura gitmeyelim,
Hakkımız olmayana el sürmeyelim.
İnsan doğduk, insanca yaşayalım, insan kalalım…