İbn-i Haldun 600 yıl önce “Coğrafya Kaderdir” demiş... Öylesine önemli bir tespit ki ülkeler bu sözün doğrulandığını zaten yaşadıkça tekrar tekrar anlıyorlar... Toplumsal huzurunuz, ikliminiz, ekonominiz, insan yoğunluğunuz vs. coğrafya ile doğrudan ilgili. Ülkenizin bulunduğu coğrafyaya komşu olan ülkeler bile hayatınızı çok değiştirebiliyorlar. O yüzden çok başka ülkeleri örnek gösterip de ülkesini eleştirenlere,”İyi de bizim komşularımız şu şu ülkeler değil ki” şeklinde cevap verilebiliyor...
Bence coğrafyalar kadar ülkelerin kaderlerini belirleyen bir durum daha var; Sosyoloji... Bence sosyoloji de kaderdir... Ülkeyi oluşturan insanların parçalı mı bütün mü olduğu, ülkeye yerleşme tarihleri, etnik ve dini kökenleri, yaş dağılımı, cinsiyet dağılımı vs...
Huntington ünlü çalışması “Medeniyetler Çatışması” isimli eserinde, Türkiye'yi dünyanın en bölünmüş ülkesi olarak tanımlıyor... Huntington'un bölünme kavramına aldığı asıl kriter Batılılık yada İslam seçeneği. Türkiye'nin aslında İslam medeniyetine ait olduğunu, Kemalist devrim ile Batı'ya yönlendirildiğini ama bu yönlenmenin tam olarak benimsenmediğini, ülkeyi kültürel olarak tam bir bölünmüş ülke haline getirdiğini iddia ediyor. Hatta, Türkiye'nin Batı hayallerinden vazgeçip yüzünü İslam medeniyetine dönmesini de tavsiye ediyor...
Huntington'un kavramı kullanırkenki göndermesiyle farklı nitelikler içerse de bölünmüş ülke tanımının ülkemiz için her zaman bir tehdit oluşturduğu durumu var. Zaten bazı farklılıklar sonunda Batılılaşmaya ilişkin tutumlarda da bölünme oluşuveriyor...
İmparatorluk sosyolojisinden küçülerek ulus devlet sosyolojisine geçmenin de ciddi sıkıntılar doğurmuş olması aşikar. “Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir milletiz” sözü bir tespitten çok bir temenni idi bence... Ulus devletin inşasında zorunlu olarak başvurulan bir söylem...
Yukarıdaki sıkıcı hatırlatmaları, son günlerin popüler bir tartışmasına zemin olsun diye yaptım. İstanbul Belediyesi çocuklar için hediye kitapçıklar dağıtmış ve kitapçığın birinin içinde dini farklılıklara hoşgörü çağrısı yapılırken bir Hristiyan, bir Yahudi din adamıyla birlikte giyim kuşamlarından bir Sünni din adamı ve bir Alevi dedesi olduğu anlaşılan iki figür de farklılıklara örnek olarak aynı resim karesine alınmış... Buradan, “Alevilik farklı bir din midir?” tartışmaları oluştu. Ben de bu konularda çalışmalarını bildiğim değerli araştırmacı Sayın Cemil Kılıç'a yönlendirdim bu soruyu. Sağolsun kendisi hem bana özelden yazarak hem de sosyal medyada görüşünü açıkladı ve orada İslamın temsilcisi olarak Sünni din adamının görülüyor olmasının asıl problemli durum olduğunu söyledi. Evet, haklı da olabilir...
Ama eğer resimdeki tablo bu şekilde çekincesiz savunuluyorsa, ki belki doğrusu bu, Aleviliğin Sünnilikten çok farklı olduğu yazılıp, çizilip, söylenmeli artık...
Cumhuriyet, herkesi benzer yapabilmek için bütün farklılıkların kendilerini ifade yollarını kısıtladı. Hiçbir mezhep görünür olmazsa herkes eşitlenir diye düşündü. Sünni ritüellerin de Alevi ritüellerin de görünür olmalarını istemedi. Üstelik bunun adına yanlış bir şekilde Laiklik dedi...
Fakat dünya 1920'lerin dünyası değil artık... Bence artık herkes kendisi olarak görülmeli ama hiç kimse ama hiç kimse bir diğerine üstünlük taslayıp karışmamalı... Sünniler Alevilere karşı son derece saygı içerisinde olmalı, aynı şekilde Aleviler de Sünnilere karşı son derece saygı içerisinde olmalı... Belki artık başka bir evreye geçmenin zamanı gelmiştir...