Eski Millî Eğitim ile Kültür ve Turizm Bakanı, aynı zamanda Eskişehir milletvekili olan Prof.Dr. Nabi Avcı, artık bilmeyen kalmış mıdır bilmem, benim Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nden hocamdır. Daha önce kendisinin nasıl bir öğretmen olduğunu uzun uzun anlatmıştım, sürekli okurlarımı sıkmayayım şimdi…
Nabi Avcı hocamızı hemen her gördüğümde kendisinden kitap tavsiyesi isterim…
Bir ilkesi vardır, tanımadığı, dünyasını bilmediği kişilere kitap tavsiyesinde bulunmaz…
Geçenlerde evde otururken, “Nabi Avcı hocamızı arayayım ve EskisehirHaber.com takipçileri için de kitap ve film tavsiyesinde bulunmasını isteyeyim. Bahsettiğim ilkesine rağmen bizi kırmaz” diye düşündüm…
Uzun bir telefon konuşması gerçekleştirdik. Daha fazla vaktinizi almadan hemen sohbetimizi aktarayım sizlere:
“Ben, söylediğiniz gibi Hakkı, heterojen gruplara, çok iyi tanımadığım, farklı kökenlerden, farklı eğitim düzeylerinden, farklı kültür düzeylerinden gelen insanlara ortak kitap tavsiye etmenin çok doğru olmadığını düşünmüşümdür hep. Çünkü bu herkese aynı diyeti önermek gibi bir şey...
Nasıl herkes için aynı diyet önerilemezse, basıl herkese kişisel özelliklerine göre ayrı ayrı diyet programları uygulanıyorsa, zihinsel diyetlerimiz için de aynı şey geçerli olmalı, diye düşünüyorum.
Cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi olarak farklı; ilgileri farklı insanlara, ‘şu kitap iyidir, bu kitap mutlaka okunmalıdır’ demek, bana pek doğru gelmiyor.
Sizin çok beğendiğiniz bir kitap başkalarına cazip gelmeyebilir, hatta onlar açısından belki mahzurlu bile olabilir. Yaşına uygun olmayabilir, kültürüne uygun olmayabilir vs...
Onun için iyi tanıdığımız kişilere, öğrencilerimize, arkadaşlarımıza kitap tavsiye etmek elbette güzel bir alışkanlık, ama heterojen bir muhatap kitleye deyim yerindeyse “ortaya karışık” bir şeyler söylemek bana çok doğru gelmiyor.
O nedenle ben ancak bu genel ilke üzerinden bir şeyler söyleyebilirim…
Birincisi, ‘bir oradan, bir buradan’ farklı farklı yazarları rasgele peş peşe okumak yerine, bir program dâhilinde, aynı yazarın kitaplarını peş peşe okumak, yani külliyatını okumak bence o yazarın dünyasına girmek bakımından yararlı sonuçlar verebiliyor.
“BİR ROMANCINIZ OLSUN MUTLAKA”
Sadece örnek olsun diye söylüyorum...
Mesela, eğer roman okuyacaksanız, bir romancınız olsun, ister yerli, ister yabancı...
Onun belli başlı kitaplarını bir düzen içinde okursanız, onun dünyasına nüfuz etmeniz çok daha kolay olur.
Bir yazarın peş peşe kitaplarını okumak... Örneğin, ben gençliğimde bunun çok faydasını gördüm. Gençlik dönemlerimde mesela Dostoyevski'ye külliyatına sardırıverince, çok faydasını gördüm.
Ama bunu da herkes için olmazsa olmaz diye görmemek lazım…”
Türk yazarlardan örnek vermek isterseniz kimleri sayardınız?
“Ooo! O kadar çok ki... Abdülhak Şinasi de olur, Orhan Kemal de olur, Kemal Tahir de olur, Kemallerden devam edersek Yaşar Kemal de olur, Ahmet Hamdi Tanpınar da olur, Peyami Safa da, Selim İleri de, Tarık Buğra da olur...
Yaşına göre, ilgilerine göre insanlar hangi romancıyı seçiyorlarsa... Yerli veya yabancı, bir yazarın kitaplarını peş peşe okumak bana daha iyi bir yöntem gibi geliyor.”
Peki, hikâye okumak isteyenlere ne önerebiliriz?
“Aynı şey hikâyeciler için de geçerli…
Mesela Sait Faik... Sait Faik külliyatını okumak çok güzel bir okuma tecrübesi olur.
Aynı şekilde Mustafa Kutlu... Çünkü bunlar dünyası olan yazarlar. “Sait Faik dünyası” diye bir dünyadan bahsedebiliriz. Bir Mustafa Kutlu dünyasından bahsedebiliriz. O dünyaya girmek de külliyatla daha kolay olur.”
Yeni başlayanlar için her yazarın külliyatında ilk önce okunması gereken bir kitabı vardır diyebilir miyiz hocam…
“Evet, birçok yazar için söylenebilir tabii. Hatta bazı yazarlar, kendileri böyle girizgâhlar önermişlerdir
Şimdi konuşmaya başlayınca insanın aklına birçok kişi geliyor.
Mesela Eskişehir için konuşuyorsak...
Sizinle daha önce de konuştuğumuzu hatırlıyorum, Kemal Bilbaşar'ın, “Zühre Ninem” romanı meselâ…
Eskişehir'i anlattığı, fonda Eskişehir olan bir romandır. Öncesi ve sonrası ile 1920'lerin Eskişehir'ini anlattığı için bence "Zühre Ninem" Eskişehirli okuyucular için de iyi bir okuma olur.”
“ESKİŞEHİRLİLER TOLSTOY’A HACI MURAT İLE BAŞLAYABİLİR”
Gençler için özellikle...
“Jack London'ın mesela Martin Eden romanından başlayabilirler özellikle yazıp çizmeye meraklı olan gençler..
Saint Exupery mesela... Küçük Prens ile başlanır, ama "Kale"si de müthiş bir kitaptır.
Rilke var, "Malte Laurids Brigge'nin Notları" ile...
Bizim Eskişehir’deki Kafkas kökenli hemşerilerimiz mesela Tolstoy'a başlamak istiyorlarsa "Hacı Murat" ile başlasınlar.
Ahmet Hamdi Tanpınar'a mesela, Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile başlanabilir.
Dünyanın en güzel mizah eserlerinden biridir. Biz Türk Dünyası Vakfı’nın Eskişehir’de iki yıldır yürüttüğü Düşünce Okulu’nda Tanpınar’a “Beş Şehir”i okuyarak giriyoruz. Üstüne bir de çocuklar öğretmenleriyle Beş Şehir gezileri yapıyorlar; “kitap üstüne gezi” kaymaklı ekmek kadayıfı gibi oluyor...”
Türkiye'de de hangi siyasi görüşten olursa olsun, en beğendiğiniz roman diye sorulduğunda, en çok verilen ortak cevap herhalde Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” oluyor değil mi hocam?
“Evet. Onun üzerinde böyle bir mutabakat oluştu galiba. Aslında bütün yazarlarımız için aynı şey söylenmeli. Mesela unuttum, Latife Tekin'in "Sevgili Arsız Ölüm" kitabı... O da iyi bir başlangıçtır.
Orhan Pamuk'ta da Kara Kitap'tan başlanabilir. Kara Kitap mesela bugünlerde iyi gider. Mevsim kış olsaydı, daha da iyi giderdi de... Tabii kış olsa "Kar" romanı da iyi giderdi.
Peyami Safa, hangisi olsa olur ama... En çok o söylendiği için 9. Hariciye Koğuşu'ndan gidilebilir. Marquez'den Kolera Günlerinde Aşk, Yüzyıllık Yalnızlık...
Maalesef hekimlerimizin başını kaşıyacak vakti yok, ama onların şerefine Camus'nün Veba'sı okunabilir bugünlerde…”
“BUGÜNLERDE OKUDUĞUM KİTABI DA SÖYLEYEYİM”
Hocam, gazeteciler için de Umberto Eco'nun ‘Sıfır Sayı’sı...
“Hah, yaşa... Evet. Umberto Eco'nun aynı zamanda “Foucault Sarkacı” mesela, alır götürür bugünlerde. “Gülün Adı” tabii ki. Çok güzel kitaplar.
Bizden, özellikle siyaset sınıfı için ve tabii ‘akademikler’ için Alev Alatlı külliyatı...
Bir insana film veya kitap tavsiye etmek için o insanı gerçekten tanımak gerekiyor bence de. Bu bulduğunuz çözüm, kalabalık kitlelere yönelik verilecek en güzel liste oldu hocam bence…
“Milli Eğitim'in de bir zamanlar 100 Temel Eser uygulaması vardı, Hüseyin Çelik’in bakanlığı döneminde... Özellikle o dönemin müsteşarı Nejat Birinci Hoca’nın girişimiyle başlayan güzel bir girişimdi. Oradaki kitaplardan biri olarak Şevket Süreyya Aydemir'in “Suyu Arayan Adam” kitabını da söyleyebiliriz.
Bugünlerde okuduğum bir kitabı da söyleyeyim, sana da tavsiye etmiş olayım…
Beşir Ayvazoğlu'nun “Ateş Denizi” romanı.
1930'larda İstanbul Darülfünunu'nun kapatılması ve bu süreçte akademyamızın ve entelijansiyamızın hali pür melalini anlatan dokunaklı bir kitap. Klasik roman tasnifine sığmayan bir özelliktir ama o dönemin siyaset ve matbuat dünyasının seviyesini gösteren dipnotlarıyla filan da çok güzeldir.
Bir belgesel roman gibidir...
Başka çok güzel dönem romanları da var tabii: Münevver Ayaşlı’yı, Abdülhak Şinasi’yi, Mithat Cemal’i, Halide Edip’i unutmayalım tabii.. Yakup Kadri... Bu liste uzar gider... Kim bilir kimleri atlıyoruz bu arada...”
CEMAL SÜREYA, EDİP CANSEVER UNUTULUR MU?
Bunlar roman ve hikâyeler. Peki, şiir olmayacak mı hocam?
“Şairlerimiz de olmalı tabii ki... İlk söyleyeceğim isim Cahit Zarifoğlu olur... Mesela Cahit Koytak külliyatı da, bütün bu karantina dönemini çiçeklendirir, bereketlendirir. Sezai Karakoç ve Edip Cansever de aynı şekilde... Cevat Çapan da... İsmet Özel de.. Peki Eskişehirli şair yok mu hocam derseniz, buyrun size Arif Nihat Asya, buyrun Haydar Ergülen... Birikiminize güveniyorsanız buyrun Enis Batur...
Şairleri saymaya başlayınca, söylemediklerimin hatırı kalır diye de üzülüyorum. Onun için bunları sadece yolu açan, sohbeti açmak için söylediğim şairler olarak da düşünmek lazım.
Pek çok başka şairler de var. Turgut Uyar var, Fazıl Hüsnü Dağlarca var ...
Bugünlerde sizin yaşınızdakiler çocuklarıyla, yaşça büyükler torunlarıyla Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın "Çocuk ve Allah"ını mutlaka okumalıdırlar. Müthiş bir kitaptır, "Çocuk ve Allah"... Eskilerden Yahya Kemal’i, Ahmet Haşim’i, Ziya Osman Saba’yı, daha yakınlardan Gülten Akın’ı, Behçet Necatigil’i, Sedat Umran’ı, daha yakınlardan Şavkar Altınel’i... Bunun sonu yok Hakkı... Adını anmadığımız o kadar çok şairimiz var ki... Bak şimdi mesela canım İlhan Berk’in “Şifalı Otlar Kitabı”nı çekti...”
“NOBEL KOMİTESİ GEÇ KALDI ÖDÜL İÇİN”
Bir de ödül alan yazarlar ve şairler daha çok okunuyor gibi bir algı var Hocam... Mesela Nobel Ödülleri, özellikle yazarlara, şairlere dünya çapında bir popülarite kazandırıyor, değil mi?
“Evet; hatta sadece o yazara veya şaire değil onun vatandaşı olduğu ülkenin veya mensup olduğu kültür havzasının edebiyatına da ilgi duyulmasını sağlıyor. Nobelli Romancılar deyince tabii önce Orhan Pamuk'u söylemek isterim. Orhan Pamuk, Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldığı zaman, ben, ‘Geç kalındı’ diye düşünmüştüm.
Yani, Nobel Edebiyat Komitesi, bir Türk yazara edebiyat ödülü vermekte geç kaldı diye düşünmüştüm. Orhan Pamuk’a vermekle iyi ettiler, teşekkür ederiz ama... Mesela öncesinde, Nobel alan yabancı şairlere, yazarlara baktığımızda, Fazıl Hüsnü çoktan hak etmişti, Yaşar Kemal, Orhan Kemal çoktan hak etmişti... Bak Necip Fazıl’ı, Nazım’ı, Attila İlhan’ı söylemedik değil mi?
Peyami Safa'mız, Abdülhak Şinasi Hisarı'mız...
Hocam bir de televizyonlardaki bazı dizilerin tarihî romanlara ilgiyi artırdığı söyleniyor...
“Olabilir. Bu bağlamda, mesela bugünlerde çok adı geçmiyor nedense ama genç okuyucular için Mustafa Necati Sepetçioğlu'nun birbirini çok iyi tamamlayan bir külliyatı var: "Kilit", "Kapı", "Anahtar" diye giden... Yeni baskıları da var bildiğim kadarıyla. Gençlerin tarih merakını söyleyince, onların sevebileceğini düşündüğüm bir yazar. Aynı şekilde Mehmed Niyazi... Tarık Buğra...
Hakikaten bu işin sonu yok Hakkı... Birçok yazarın da hakkı kalır, onların ismini zikretmediğimiz için... Mehmet Akif... Ha bak şimdi bugünlerdeki durumdan en çok sıkılanlar herhalde camii cemaatidir.
Camii cemaati dediğim, mütedeyyin insanlar… Onlar şimdi evlerinde, tabii en çok Kur'an-ı Kerim okuyorlar.
Ama gençler belki pek görmemişlerdir: İnternette Diyanet'in namaz vakitlerini gösteren, telefonlara, tablet bilgisayarlara yüklenebilen bir programı var. Onu ilk bakışta sadece namaz vakitlerini gösteren bir takvim programı zannedebilirler. Ama o namaz vakitlerini gösteren takvimin altına doğru kaydırdıklarında hemen görecekler bir Kur'an-ı Kerim ikonu var. Kur'an-ı Kerim'i açtığınız zaman, orada çok güzel bir Kur'an kıraati var. Bilenler yüzünden okuyordur zaten, ama onu dinleyerek de okuyabilirler. Böylece kendileri okurken varsa telâffuzda zorlandıkları yerler onları da dinleyerek tashih etme imkânı olur, hem de dinlemiş olurlar.
Özellikle gençler için söylüyorum…
Bir de Kani Karaca'nın da internette hem Kur'an kıraatleri, hem de klasik musiki icraları var. Hem okuyup, hem dinlerlerse çok seveceklerinden eminim...
Martin Lings'in Hz. Muhammed'in hayatını anlattığı kitabı da, Peygamber Efendimizin hayatını okumak isteyenler için çok iyi bir seçim olur.”
KARPUZ KABUĞUNDAN GEMİLER YAPSAK
Birkaç tane de film önerisi alsak hocam…
“Filmde de herkese her şeyi tavsiye etmek doğru olmaz, ama mesela bana ‘Bugünlerde neyi tekrar izlemek istersin?’ diye sorsanız, aklıma gelen, Karpuz Kapuğundan Gemiler Yapmak filmidir...
Jumanji filmi de çok enteresandır ve o filmi 7'den 77'ye herkes zevkle seyredebilir. Bak iyi hatırladık... TRT'ye de bunu önerelim:.
Ben çok televizyon seyredemiyorum, var mı bilmiyorum, belki kıyıda köşede vardır, ama, televizyonlarda bir nostalji kuşağı oluşturulsa, daha yoksul olduğumuz, ama daha mutlu olduğumuzu zannettiğimiz...zamanların programları özellikle kırkını geçmiş kuşaklara bugünlerde çok iyi gelir. Mesela sizin çocukluğunuza denk gelmiş olabilir; Adile Naşit'in “kuzucuklarım” diye masal anlattığı programı vardı. Bir nostalji kanalı oluşsa, çok lezzet veren yerli veya yabancı o eski programlar, eserler yer alsa... Konserler, klasik müzik konserleri, Yurttan Sesler konserleri... Nida Tüfekçi’ler, Yıldız Ayhanlar... Ve Hüseyin İleri... Bunların birçoğu bugünlerde internette, youtube'ta da var biliyorsun.
Dolayısıyla hazır böyle evlerimizdeyken müzik dinlemek isteyenler, film izlemek isteyenler illa Netflix'te son çıkan filmleri izlemek zorunda değiller ya... Geçmiş yılların sinemalarında çok güzel eserler var, yerli ve yabancı... Öyle bir televizyon kuşağı, hatta kanalı olsa ben de izlemek isterim mesela...”
KİTAP OKUMAKTAN EMEKLİ OLURDU
Evet, uzun oldu, ama insan “daha da uzun olsun” istiyor haliyle…
Ben, birkaç ortamda Nabi Avcı hocamız için, “Kitap okumaktan emekli olunsa, şimdi ikinci emekliliğini yaşıyordu” tabirini kullandım…
Hocam Nabi Avcı’dan, biz Eskişehirliler mümkün olduğu kadar istifade ediyoruz zaten…
Ben, naçizane, dünyanın dört bir yanındaki EskisehirHaber.com takipçilerinin de faydalanmasını istedim, düşündüm…
Belki biraz uzattık sohbeti ama bence güzel bir ufuk turu yapmış olduk… Bol kitaplı, sağlıklı günler diliyorum.