Liyakat’ın sözlük anlamı: layık olma, yaraşma, yaraşırlık, uygunluk, yeterlilik, yetenek. Arapça “lyk” dan türetilmiştir.


Siyasette liyakat ne anlama geliyor?


Son zamanlarda daha çok siyasi ortamlarında duymaya başladığımız liyakat kelimesi kökeni Arapça olan kelime layık olma anlamına gelmektedir. Mesleki anlamda ise liyakat kavramı somut verilere dayanarak bir seçim aşamasının adaylar içinde mesleğin sorumluluklarına uygun olarak yapılması anlamına gelmektedir. Siyasette liyakat Bu kelimenin siyasette sıkça kullanılması, anlamının daha derin bir şekilde araştırılması gerekliliğini doğurmuştur… Günümüzde çeşitli mesleki kademelere layık olan adayların ilerlemesi/ilerleyememesi küresel bir sorun teşkil etmektedir. Arapça "lyk" kökünden gelmekte ve "layık olma" anlamını taşımaktadır. Mesleki açıdan liyakat kavramı, somut verilere dayanan bir seçim safhasının, adaylar arasında mesleğin gerekliliklerine uygunluk ölçüsüne paralel olarak sonuçlandırılmasını ifade etmektedir.


Personel alımlarında, tüm atamalarda, kamuda, özel sektörde nitelikli, ehliyetli liyakat ehli kişiler seçilmelidir. Genellikle ‘Yönetimde liyakat esas alınmalıdır’ biçiminde sıklıkla duyduğumuz bu sözcüğün ne anlama geldiğini gerçekten biliyor muyuz?
Türkçeleştirirsek ‘yakışmak’, ‘yaraşmak’ veya ‘uygun olmak’ diyebiliriz. Peki “Bir kişi, bir işe nasıl yakışır, hangi nedenlerle uygun veya layık olur? ‘Bir kişinin liyakatini, yani göreve ne derece layık olduğunu nasıl değerlendirebiliriz?’.
liyakati sağlayan temel öğeler:
Eğitim: Çalışan sohbet numaraları kişinin aldığı eğitim, yaptığı işle uyumlu olmalıdır.
Deneyim: Kişinin geçmiş iş deneyimleri, şimdiki görevinde yapacağı işlere dayanak oluşturmalı, daha önceki çalışmalarından öğrendiklerini bu işinde kullanabilmelidir.
Bilgi, Beceri: Kişi hem yapacağı işin gerektirdiği bilgi ve beceriye sahip, hem de yeni bilgiler edinmek için gelişime açık olmalıdır.
Performans: Çalışan kişinin emeği karşılığında başarılı sonuçlar alabilmesi gerekir.


Kurum Kültürüne Uyum: Kişinin tutum ve davranışları, çalıştığı kurumun kültürüne uygun olmalı, düşünce biçimi kurumsal kültürün gereksinimleriyle çatışma içinde olmamalıdır.
İletişim: Çalışan kişi en azından işinin gerektirdiği düzeyde bir iletişim becerisine sahip olmalıdır.


Kişi yukarıdaki temel gereksinimleri ne ölçüde sağlıyorsa, düşünüldüğü görev için o kadar uygundur diyebiliriz. Eğer bir kişi yapacağı işe uygun bir eğitim almışsa, bu konuda farklı görevler üstlenerek deneyim elde etmişse, daha önceki görevlerinde başarılı olmuş ve çalışma arkadaşlarıyla iyi ilişkiler kurabilmişse bu kişi için liyakatten söz edebiliriz.


Peki bir kurumda görevlendirmeler liyakat değil de başka kıstaslara göre yapılırsa sonucu ne olur? Elbette kurumun rekabet gücü giderek zayıflar. Ticari bir işletmeyse iflas eder, bir okulsa öğrencileri dünyadaki diğer eğitim kurumları tarafından kabul görmez, eğer kamu hizmeti üreten bir kurumsa, hizmetleri yurttaşları memnun etmez.


Çalıştıkları kurumda liyakatin esas alınmadığını gören kişiler, genellikle iki yol izler: Ya liyakat dışındaki kıstas neyse onu sağlamaya çaba harcar ya da isteksiz ve verimsiz çalışır, daha doğrusu çalışıyormuş gibi yapar.İki durum da kişinin yeteneklerini köreltip, bilgilerini unutturmak dışında hiçbir sonuç doğurmaz.


Bir işletmenin veya kamu kurumunun verimsiz olarak yaşamını sürdürebilmesi için ya piyasa, başka kurumların girişine kapalı olmalıdır (tekel) ya da tepede, düzeni zorla devam ettirmeyi sağlayacak güçte baskıcı bir yönetim bulunmalıdır. Ancak küresel rekabet ortamında, verimsiz bir işletmeyi sonsuza dek, baskıyla veya piyasayı sınırlandırarak sürdürmek de olası değildir. Onun için liyakatin esas alınmadığı her kurum, bir gün bir yerde duvara toslar. Bu çarpmanın şiddeti, verimsizliğin sürdürülmesi için uygulanan baskının şiddetiyle doğru orantılı olur. Liyakatin göz ardı edildiği bir yönetimden, liyakatin esas alındığı bir yönetime geçiş çoğu zaman sancılı olur. Çünkü hak etmediği koltuklarda oturanlar, bu koltuğu terk etmeleri durumunda bir daha kolayına benzer bir koltuk bulamayabileceklerini çok iyi bilirler.


Nizâmülmülk veya gerçek adıyla Ebu Ali Kıvamuddin Hasan bin Ali bin İshak et-Tûsî, Büyük Selçuklu Devleti'nin veziri ve Siyâsetnâme adlı kitabın yazarı olan Fars devlet adamı ve siyaset bilimcisi. Devlet yönetiminde hayli etkili olan Nizamülmülk'ün vezirliği Alparslan ve Melikşah dönemlerine yayılmıştır.


Nizamü’l-mülk Siyasetname adlı eserinde herkesin liyakatince istihdam edilmesi gerektiğini söyledikten sonra alimlerin sözünü anımsatır:

“Liyakatli ve tecrübeli bir köle, bin evlattan evladır.”


Liyakat ehli insanlar, Devletin tüm kurum ve kuruluşlarında çalıştırılırsa Demokrasi bilinci oluşur, hukukun üstünlüğü sağlanır ve adalet tecelli eder. Devlette sadakat kavramı, liyakatın önüne geçerse kaos ortamı yaratılır.
Sadakat kavramı; tarikat ve cemaatlerde ön planda tutulur. Liyakat ehli kişi  tarikat ve cemaatlerde sadece o cemaatin şeyhi, önderidir. Müridleri sorgulayamadıkları için liyakattan uzak kalmaları kaçınılmaz olur. Sadakat, sadık kalma biat ve intisabı gerektirdiği gibi bilimi aklı ve mantığı  geri planda tutar. Aklın ve bilimin olmadığı yerde adaletten bahsedilemez. Dinin direği adalettir. Adalet çöktüğü yerde hurafecilik, uçkunluk ve bağnazlık geçerli kılınarak din ortadan kalkarak çökmeye yüz tutar.


Sadakatlılık ötekileştirmeye sebebiyet vererek kutuplaştırmaya müsait bir ortam oluşturur ve öfke yaratır.


DEVLET NASIL BİTER VE ÇÖKERTİLİR?


Kanuni Sultan Süleyman'ın kafasına takılan ve onu yoran bir soru vardı; Bir devlet ne zaman çöker ve sonunda ne olur? Bunun cevabını almak için dönemin ünlü Türk alimi Yahya Efendi’ye Sadrazamı gönderdi. Sadrazam gitti, sordu ve döndü. Kanuni; Ne dedi? diye sorduğunda cevabı söylüyor; Neme lazım dendiği zaman. Kanuni; Başka bir şey söylemedi mi? “Hayır efendim, bir tek cümle söyledi.” Bunu uzun bir süre düşünen Kanuni, sonunda ünlü alime mektup yazıyor, bunun açıklanmasını istiyor. “Çeşitli yorumlar yapıyorum, ama doğrusu nedir, onu ancak siz söylersiniz” diyor. Ve ünlü alim Yahya Efendi de bir mektup yazıp Kanuni’ye gönderiyor (Bu mektup şu anda Topkapı Sarayı'nda sergilenmektedir).
Dinin direği adalettir.


Mektup şu; Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık sıradan bir hale gelirse, işitenler de neme lazım deyip uzaklaşırsa, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yerse, bilenler bunu söylemeyip susarsa ve gizlerse, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin feryâdı göklere çıkar, bunu da taşlardan başkası işitmezse, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın güven ve saygısı sarsılır, asayişe itaat hisse kaybolur, halkın umutları yok olur, böylece devletin yıkılması mukadder hale, kaçınılmaz hale gelir.


Eski Yunanda demokrasi fikri ilk ortaya çıktığında Sokrates bu fikri hiç benimsemediği gibi şiddetle de karşı çıkmıştır. Hatta Plato'nun yazılarından da öyle anlıyoruz ki Sokrates'in idamına sebep de demokrasiye karşı oluşudur.
Bir gün Sokrates yine öğrencileriyle sohbet ederken bir öğrencisi Sokrates e sorar;


Eğer demokrasi çoğunluğun kararını kabul etmekse adil olan da bu değil midir? Mesela yüz kişinin oy kullandığı bir yerde ellibir kişinin kararına mı uymak daha adil ve doğru olur, yoksa kırkdokuz kişinin kararına uymak mı? Hem çok mümkündür ki daha çok insanın daha az insandan yanılma ihtimali daha azdır. Şu halde sizin demokrasiye karşı çıkmanız doğru olmadığı gibi haklı da sayılmaz. Bunun üzerine Sokrates her zaman olduğu gibi soru cevap yöntemini kullanarak o öğrencisine önce sorar; Bize söyler misin, bilge olmak mı daha zordur yoksa cahil olmak mı daha zordur?


Öğrenci: Elbette ve hiç şüphesiz bilge olmak daha zordur. Bilge olmak için çok okumak, araştırmak ve yorulmak gerekirken cahil olmak için bir şey yapmaya gerek yoktur.
Sokrates: Peki o halde bize yine söyler misin, toplumlarda cahil insanların sayısı mı çok olur yoksa bilge insanların sayısı mı çok olur?
Öğrenci: Elbette ve hiç şüphesiz cahil insanların sayısı fazla olur.


Sokrates: Peki bize yine söyler misin, bir gemide yüz yolcu bulunsa, geminin nerede, nasıl ve hangi yönde yelken açması gerektiğini kaptan mı daha iyi bilir, yoksa o yüz yolcu mu?
Öğrenci: Eğer yolcular içinde denizcilik bilgisi olan yoksa, pek tabi en iyi bilen kaptandır.


Sokrates: Peki o halde diyebilir miyiz ki herkes her konuda karar veremez, herkes bildiği yerde konuşmalı ve her iş ehline verilmeli?
Öğrenci: Pek tabi olması gereken budur.


Sokrates: Peki o halde bize yine söyler misin, kimin hangi konuda bilgili olup olmadığını bilmeden sadece çoğunluk oldukları için kararlarını doğru bulmak adil ve doğru olabilir mi? Hem sen de kabul ettin ki bir toplumda cahillerin sayısı bilgelerden hep daha çok olur.
Sadakat yaratmanın en iyi yolu ortak öfke yaratmaktır.