Eskişehirli hattat Emre Özdemir, tarihi Odunpazarı Evleri bölgesinde bulunan atölyesinde bir yandan çalışmalarını yaparken bir yandan da sanata ilgi duyan ziyaretçileriyle zaman geçiriyor. Her tarafında hat yazılarına rastlanabilen evin 150 yılı aşan bir tarihi var. İçerisinde de onlarca hat eseri bulunan atölye, görenlerin ilgisini çekiyor.
Babasının 1990’lı yıllarda hac malzemeleri üzerine ürünler satması dolayısıyla yazı ile tanıştığın belirten Özdemir, etrafında gördüğü eşyalara bakarak, hiç ders almadan yazdığını söyledi. Askere gidene kadar bilinçsiz bir şekilde uğraştığını belirten Özdemir, “2005’te eşimle evlendim. Bir gün eşim evde duvara asmak için üzerinde hüsn-i hat sanatı bulunan bir takvim yaprağı getirdi. Bunu görünce küçükken yazdığım yazılar aklıma geldi ve ben de yazarım dedim. Evlendikten sonra ara verdiğim yazı sanatına tekrar başladım. Eskişehir’de biliyorsunuz lüle taşı meşhur. Turizm de gelişiyordu aynı zamanda. Önce lüle taşının üzerine hat işlemeleri yaptım. Daha sonra eşin, dostun yönlendirmesiyle bir ticaretimiz oldu. 2006’dan 2009’a kadar böyle bir amatör sürecimiz vardı” diye konuştu.
Hüsn-i hat yazmaya 2009 yılına kadar amatör bir şekilde devam eden Emre Özdemir, bu sanatın çok daha detaylı ve derin bir gelişim süreci olduğunu öğrenmesinin şöyle olduğunu anlattı:
“2009 yılında önemli hattatlardan Mahmut Şahin’in ve ekibinin geleceğini duydum ve tanışmak istedim. Dönemin Tepebaşı Belediyesi’nden Tacettin Sarıoğlu’nun İstanbul’dan Mahmut Şahin’i getirmesi bizlere ön ayak oldu. Lüle taşlarının üzerine yaptığım işleri gösterip konuşmayı planlıyordum. Ancak sadece tanışmakla kalmadım. Mahmut Hoca, 20. Yüzyılın en önemli hattatlarından Halim Efendi’nin sergisinde bulunan görselleri getirmişti. Baktığımda hayranı olduğum yazıları orada öğrencileri bile yazıyordu. Ben düz keçeli kalemle yazıyordum. İs mürekkebi, aharlı kağıdı, kamış kalemi bile bilmiyordum daha. Yaptığım işin çok bilinçsiz ve yavan olduğunu fark edince oturdum ve sadece izledim. Sonradan keşfettim ki bu sanatı öğrenme süreci uzun zamanlar süren edep, adap ve meşk sürecini içeriyor. İşin müfredatında öncelikle uzun bir süre teorik eğitimleri dinlemek bulunuyor. Ancak 3-4 yıl gibi bir süre geçtikten sonra takliden yazılar yazmaya başlıyorsun. Kuran-ı Kerim’den rastgele bir sayfayı açıp o sayfayı önemli bir hattatın yazılarını taklit ederek yazıyorsunuz. Ben de aldığım eğitimler sonucunda, 2012 yılında Mahmut Hoca’dan icazetimi aldım. 2013’te arkadaşlarımızla beraber Velkalem Geleneksel Sanatlar Kültür Derneğini kurduk. Hat, tezhip, geleneksel okçuluk, minyatür, ebru, Osmanlıca ve Arapça dersleri verildi. Pandeminin gelmesiyle de kapatmak durumunda kaldık. 2015’te kendi atölyemi açtım ve O zamandan beri buradayız.”
“İhtiyaçtan dolayı ortaya çıkan bir icat”
Hüsn-i hat sanatının Arap coğrafyasından İstanbul’a gelişine ve şu anki güncel durumuna değinen Hattat Emre Özdemir, “Sanat, Hz. Ali’nin valiliğini yaptığı dönemde küfe tarafında doğuyor ve ilk olarak tamamen köşeli ve düz hatları olan kufi yazılar şeklinde başlıyor. O dönem Suriye bölgesinde olan Yakut El-Musta’simi kalemi kat etmeyi buluyor. Kalem öncesinde düz şekilde kullanılırken. Kalemi meyilli bir şekilde açtı ve yazıları yuvarlaklaştırdı. Yeni bir yazı türünü gündeme getiriyor çünkü öncesinde yazılan yazılar çok fazla yer kaplıyor ve Kuran-ı Kerim’in boyutu çok büyük oluyordu. Yani ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkan birşey” dedi.
“Sanat, Hamit Efendi sayesinde tekrardan yayılıyor”
Ardından Emre Özdemir, güzel yazının Osmanlıca’ya uyarlanması hakkında konuştu:
“Yakut hattından sonra Şeyh Hamdullah’a 2. Beyazıt, inzivaya çekilmesini ve yeni bir Osmanlı usulü geliştirmesini istiyor. Şeyh Hamdullah’ın 40 gün boyunca dağa inzivaya çıkıyor ve şu anda kullandığımız sülüs yazısının temelini atıyor. Yazı Osmanlılaştıran Şeyh Hamdullah Türk hattında bir devrimdir. Cumhuriyet döneminde Türk hat sanatı zirveye çıkıyor ve altın çağını yaşıyor. Ardından bir yasaklama dönemi başlıyor. Latin alfabesine geçilmesiyle beraber hattatlar işsiz kalıyor. Sadece 2-3 tane sanatçı var o dönemde. En önemlilerden Halim Efendi motor kazasında hayatını kaybediyor. Geriye sadece Hamit Efendi kalıyor. Sanat, tam kaybolacakken Hamit Efendi sayesinde tekrardan yayılıyor.”